Öykü
Yasin Güven – Yıllar
Onca yıldan sonra insan neden eskide kalan arkadaşlarıyla buluşmak ister? Geçmişteki üç beş anıyı konuşup zamanın sizi çok değiştirdiğini arkadaşlarınızdan duymak ya da tam tersi, “Vay be Fatih, hiç değişmemişsin,” sözlerini duyup zamanın rüzgârına karşı nasıl da ayakta durduğunuzu onlara gösterme isteği içinizi gıdıklar. Her iki durumun altında da ego yatıyor olmalı. Bunları düşünürken karşımda olması gereken sinemanın yerinde olmadığını fark ediyorum. Oysa tekrar burada film izlemekten bahsetmişiz yıllıkta. Sinemanın yerine bir meslek odası açılmış. Sinema kapısının girişinde arkadaşlarımı beklediğim anı hatırlıyorum. Bir filmi, ilk defa sinemada izleyecek olmanın verdiği heyecan… Şimdi yaşadığım hiçbir durum bu heyecanı vermiyor. Hiçbir film de o film kadar güzel gelmiyor nedense. Şu anda güzel hatırladığım bir yerin, kişinin veya filmin, geçmişteki o anda, bana aslında güzel görünmemesinin nedeni nedir acaba? Eskiyen, zamanla güzelleşiyor olabilir mi? Şu an bu kafede oturup arkadaşlarımı bekliyor olmamı da on sene sonra güzel mi hatırlayacağım? Sanmıyorum. Çünkü şimdiden kendimi çocuk gibi hissetmeye başladım. Saçma bir lise yıllığı yazısını okuyup buraya geldiğimi yıllar sonra hatırlamayacağım muhtemelen. Belki de bir açık mikrofon gecesine katılıp herkese anlatırım. Kendi kendini baltalayan mizahın tuttuğu bir dönemdeyiz nasıl olsa. Sahne korkumu hala yenemedim. Lisede de tahtaya çıkıp sınıfa karşı bir şeyler anlatamazdım. O yüzden, en iyisi, bu anları yazıya döküp şehrin tüm kaldırımlarına hikâyemi fırlatmak.
Aradan tam on beş yıl geçmiş. Durup düşününce insan bir tuhaf oluyor. Sanki beş yıl geçmiş gibi. Belli bir noktadan sonra zamanın akış hızı artıyor. Bir noktadan hareket eden iki aracın hızları oranı üç olursa yavaş olan araç, hızlı olan aracı ne zaman yakalar? Cevap veriyorum: Hiçbir zaman… Zamana yetişemediğim yetmezmiş gibi hiçbir zaman yaşadığım zamana da ayak uyduramadım. Dansa kaldırdığım kızla ayaklarımızın ritminin tutmaması gibi bir şey. Bunu fark ettiğinde zaten belli bir yaşı almış oluyorsun. Ondan sonra da kimseyi dansa kaldırmıyorsun. On beş yıl sonra eski bir sinema salonunun karşısında, kendini çay içip boş boş bekler halde buluyorsun.
En son üç yıl önce bir kafede Burcu’yu beklediğimi hatırlıyorum. Oraya da erkenden gitmiştim. Görüşmeden önce, aramak yerine mesaj atmıştı bana: “Fikrim’de akşam 7’de buluşalım mı? Son kez…” Erkenden gidip oturmuştum masama. Sınav salonlarına erken gitmekten kalan bir alışkanlık olsa gerek. Erkenden gidip kendimi ortama hazırlıyorum. Bir ortama, hemen ayak uyduramama gibi bir problemim var. Önden bir bira içip yan masalara kulak kabartıyorum, mısırım tazeleniyor ve ondan sonra o ortamın sıkı bir neferi oluyorum. O gün de öyle olmuştu. Yarım saat erkenden masama oturdum, bir bira ve tuzlu fıstık istedim, karşı kafedeki kırmızı siyah formalı insanları gözetleyip kendimi ortama adapte ettim. Sonrası, bildiğimiz hikâye. Burcu geldi ve bir süre ikimiz de söze başlayamadık. Önce havadan sudan konuştuk. Konuşmanın en hararetli yerinde ise, “Benim içimdeki mutsuzluk bir gün geçer fakat senin içindeki mutsuzluğun çaresi yok,” dedi. O anda o cümleye takıldım ve içimdeki mutsuzluğu düşünmeye başladım.Tüm sesler gitmişti, sadece Burcu’nun dudak hareketlerini görüyordum. Bir süre sonra da çekti gitti zaten. Masadan kalktığı zaman sesler de gelmişti birden. O günden, sadece bu cümle kaldı aklımda. Uzun süre bu cümleyi düşündüm. İçimden söküp atamadığım ama beni artık rahatsız da etmeyen bu mutsuzluk halini…
İçimdeki bu mutsuzluk haliyle tam üç yıl sonra yine bir masada birilerini bekliyorum. Bu sefer bir ayrılık olmayacak. Belki de bir kavuşma yaşanmadan ayrılma yaşanacak. Yıllıkta, saat kaçta buluşacağımızı bile yazmamışız. Çocukça yazılmış şeyler işte. Şimdiye yıllık mı kalır zaten? Altı ay önce ben de taşınırken görüp okumuştum. O gün aklıma girdi bu düşünce. Ne kaybederim, diye düşündüm. Kimsenin gelmeyeceğini ben de biliyorum. Geçmişi yâd etmek istedim galiba.
Hesabı istemek için etrafa bakınıyorum. Kimsecikler yok ortalıkta. Çayımın sonuna yaklaşırken gözlerimi tekrar eski sinemanın önüne çeviriyorum. Bir tane lise öğrencisi bekliyor girişte. Arada saatine bakıyor. Ceketi birkaç beden büyük gelmiş çelimsiz bedenine. Çayın son yudumunu da içtikten sonra garson geliyor yanıma. “Başka bir isteğin var mı abim,” diye soruyor. Saatime bakıyorum ve bir çay daha istiyorum.