Küçürek Öykü
Adnan Altundağ – Yemek Duası
açtık çok açtık çok çok açtık
ekmek istedik kadın istedik tanrı istedik
(Arkadaş Zekai Özger)
Gündüz mü gece mi? Pek anımsayamıyorum artık. Görülmeyen, işitilmeyen ve durdurulamayan zamanda saatin akrebi, yelkovanı etimde bir testere gibi işliyor. Benliğim dakikalarını ve saatlerini yitirmiş. Zihnim bir çingenenin saçları kadar kirli ve dağınık. Şimdi dünyanın uzak diyarlarında aşkların ve âşıkların zamanı. Mevsimlerden bahar, aylardan Nisan ve takvimler ayın on dördünü gösteriyordur. Nisan yağmurunun topraktaki bereketli kokusuyla bülbüller mest olmuşçasına güllere bahar nağmelerini fısıldamaktadır. Oysa benim dünyamda mevsimlerden sefalet ve aylardan yoksulluk ve günler her gün açlıktır. Bilmiyorum baharda yağan yağmurun kokusunu. Dinlemedim hiç bülbülün güle aşk dolu sözlerini. Sefalet, İsa’nın çarmıha gerilişinde avuçlarına çakılmış paslı ve soğuk çiviler gibi bedenime yapışmış. Nefesim beş günlük ceset misali kokuyor.
***
Kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi yarı uykulu mahur bir halde odamda oturuyorum. Dibine gelen ve sönmekte olan mumun kesik kesik ışığı altında birden duvarda duran takvime takılıyor gözlerim. Duvarda asılı takvim, Diyanet takvimi. İstemsizce güçlükle oturduğum yerden kalkıp titreyen ellerimle ağır ağır takvimden bir sayfa koparıyorum. Yaprağın ön yüzünde; 13 Recep 1446. 13 Ocak Pazartesi. Rumî:31 Kanûn-ı Evvel 1140. Kasım 6. Dar’ul Fünûn eğitim hayatına başladı yazıyor. Arka sayfasında bir ayet. De ki: ‘’O, ancak bir tek Allah’tır; ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım’’(En’am, 6/19) Ardından; Sevgi Kabullenmektir: ‘’Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in büyük imtihanı’’ yazısı. Bu yazı bana Johan Peter Hebel’in Takvim Öyküleri’ni anımsatıyor. Kalbim deli gibi çarpmaya başlıyor. Bu güne değin Allah’ın varlığına ve birliğini kabullenmeyen ben, üç defa Kelime-i Şahadet getiriyorum ve üç defa takvim yaprağını öpüp alınıma koyuyorum. Bedenimin kozasından çıkan bir kelebek gibi hafiflediğini düşünüyorum.
***
Terlemiş ellerimi açıp gökyüzüne dua ederken buluyorum kendimi. Allah’ım gönder artık bize Peygamber efendimizin bereketli hurmasından, İsa peygamberin havari sofrasından ve Musa peygambere gönderdiğin bıldırcın etinden, kudret helvasından. Gönder artık. Ruhum yangın yeri. Bedenim isyan ateşi. Çaresizliğin adıdır bu yangın. Gelmiyor beklemekte olduğum. Gelmiyor gelmiyor. Takvim yaprağı hala elimde. Sinirle elimdeki takvim yaprağını ezip fırlatıyorum. Buruşmuş kâğıt rüzgârda savrulan kâğıt kuru bir yaprak gibi yuvarlanıyor ve odanın köşesinde yatmakta olan kardeşimin yanında duruyor. Tekrar gözlerim duvardaki takvime takılıp kalıyor. Başım döndüğü için takvimdeki resme dikkat etmemiştim daha önce. Yaklaşıp yakından bakıyorum. Yeryüzünde inşa edilen ilk mabet Kâbe. Ellerimin tersiyle birkaç kez gözlerimi ovalıyorum. Kanımın çekildiğini hissediyorum. Duvarda asılı takvimdeki karınca sürüsünü andıran insanların ortasındaki Kâbe’nin avlusunda Allah’ı görüyorum. Yanında deve kavurması sofrası. Yatıyordu ölüm uykusunda.
Affet beni Allah’ım! Affet beni. Dayanamıyorum artık. Allah’ım bir parça koparsam kardeşimin bedeninden. Sırtıma yapışmış mideme atsam ayıplar mısın beni? Bağışlar mısın? (Âmin)