Connect with us

Öykü

Tarık Şimşek – Zambak

İnmiş balona benzeyen sarı torbalar camdan aşağı doğru akarken kalkarken ileri doğru yöneldi. Güneş, karşıdan cama vuruyordu. Yüzünü buruşturdu. Mutfaktan bir bez alıp çamaşır suyu koydu bir leğene. İşini bitirince, kahve koyup unutmak istedi. Müzikçalardan ‘’Breathe Me. şarkısı çalıyordu. Pink Floyd… Sıcak bir duş iyi gelecekti. Elini sıkıca canını acıtırcasına liflerken elinin oralarında bir yerlerde zambak dövmesine gelsin istemedi beyaz sıvı. Kurulanırken telefonu elindeydi.

“Olur.”

Bugün sipariş verdiği begonyaları kontrol için arama yaptı.

“Tamam, abla bugün geliyor hallettik.” dedi telefondaki ses. Dükkânı açarken yandaki emlakçı ile göz göze geldi. Güneş, tepeye yükselmişti. Dükkanın yanında emlakçı onun yanında da berber…

Başını sallayarak içeri geçti adam. Önce güllere sonra orkidelere su verdi. Kahve koydu. Rengârenk çiçeklerle olan dükkânına göz gezdirdi. Siparişleri kontrol etmek için bilgisayarı açtı. Dükkâna bir çift geldi. Omuz omuza… Siyah giyinmişlerdi.

“ Merhaba, beyaz zambak var mı acaba?” dedi kızın yanındaki adam. Burnu genişçe ve çirkin.

“Yok.”

Kız zayıf ve saçları arkadan bağlı.

“Çiçekçi dükkânında nasıl zambak olmaz ya!” deyip serzendi kız.

Zambak dövmesine baktı sanki bir an. Oraya kahvenin fincanının ışığı yansıdı. Gittiler.

Sabah konuştuğu adam mesaj attı. “Heyecanlıyım, ya sen? “ Fotoğraf atmıştı. Kendini bildi bileli şişman, tıknaz heriflerden hoşlanıyordu. Kumral bıyıkları ve sakalları ona ayrı bir hava katmıştı. Kahvesinden yudumladı. Siparişler için bir iki yere telefon etti. Temizlik yaptı. Yoruldu. Öğleye doğru dükkânın önünde havayı içine çekti. Emlakçı ile yine karşılaştı. Yanına yaklaşıp: “Sabahki hediyeyi beğendin mi? “ diyerek kıs kıs güldü.

Kara, esmer bir adam.

“Senin gibi orospuları istemiyoruz burada, sokağına dön!” diye devam edince içeri geçti. Derin derin nefes aldı. Susacaktı. Menekşeleri sulaması gerekiyordu. Telefona bir mesaj daha gelmişti.

‘’Ayten, kız akşam için heyecanlı mısın?’’ Gülücük. Ayten’e gülümseyen emojili bir mesaj attı. Severdi. Arada uğrar, dükkânın arka tarafında ağdasını yaptırırdı. Çekinirdi başkasının yapmasından. Bazen utandığı için Ayten’den şu çakma firmalardan devşirdiği makyaj malzemelerinden de alırdı. Süslenirdi. Gece çıkmadan:

“Geleyim mi akşam?”

“Yok, hazırım, uzamadı kıllarım, merak etme canım.”

Dükkândan çıkarken emlakçı bu sefer pantolonunun ortasını gösterdi. Selim ile buluşacağı bara yöneldi. Bar sakin. Yanda sadece bir öğrenci grubu, yüksek sesle konuşuyorlardı. Gözlüklü şişman bir erkek, masadakilere bir şey anlatıyordu. Karşı çıkışlarla beraber yüksek ses tartışmaya dönüşüyordu. Masalarında bira ve fanzin vardı. Kendi okul zamanını düşünmeye çalışırken Selim’i gördü. Kumral bıyıkları hoşluk katıyordu. Gülümsedi. Selim doğrulurken, eli ile işaret edip oturdu.

“Nasılsın?” dedi Selim kısık sesle.

“İyiyim sen nasılsın?”

“Çok bekletmedim umarım?”

“Yok, ben de daha yeni geldim.”

Biralar söylendi. Bira bardağından aşağı doğru damlayan damlaya elini değdirdi. Yandaki öğrenciler durulmuştu. Yudumladı birasını. İçini bir serinlik aldı. Konuştular. Çok…

“Fotoğraftan daha güzel görünüyorsun. “

İkinci birayı söylediler. Selim, elindeki zambak dövmesine baktı.

“Güzelmiş.”Teşekkür etti.

“Bira iyi geldi.” Duvarda Monet’in “Kırda Öğle Yemeği” tablosu vardı. Hafif sallandı. Konuşma bitsin istemedi. Telefon böldü konuşmayı. Dövme olan eli ile çantasını karıştırırken zambağa tekrar göz gezdirdi Selim. İzin istedi. Arayan annesi idi. Öğrenciler kalkmıştı. Tablodan uzakta bir yerde yüzü bulutlandı. Yıllardır aramadığı için açmak zorunda kaldı.

“Ali oğlum, nasılsın? Baban vefat etti oğlum.”

Telefonda ağlayan kadın sesi ile kalakaldı. Dövmesi kaşındı.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir