Connect with us

Öykü

Mehmet Sefa Biçer – Vedasız Denizci

Tek teker üzerinde Üsküdar iskelesine doğru iniyorum. Selanikliler sokağından ana caddeye İkinci Dünya Savaşından fırlamış Chopper tarzı bir motosiklet çıkıyor. Tanıyorum sahibini, bizim eski mahalleden komşu Bilal Abi bu. Denizden dönmüş demek hele şükür. El sallıyorum, geç de olsa beni farkedip ileride sağa çekiyor.

Birkaç saniye yabancı gözlerle bakıyor, kendimi hatırlatmak için birkaç cümle kuruyorum. Kafasında nazi kaskı, gözünde sarı gözlükleri var. “Nerelerdesin abi, kavuşmuşsun motoruna” diyorum. Üstüne başına bakılırsa günü emektar motosikletinin bakımıyla geçirmiş olmalı. “Ben yokken kimse bakmamış..Aküsü benzini falan bitmiş, uğraştırdı çalıştırırken” diyor.

Denizde gemi, karada motosiklet.. Hep tamir edecek bir şeyler buluyor bu adam. Hayat enerjisini buna borçlu belki de.

“Senin makinenin markası Regal miydi?” diye soruyorum. “Geçen sene konuştuğumuzda dikkat etmemiştim ama sonradan ben de merak saldım bu motorlara”

“Evet ya” diyor, “çocukluk hevesimdi bu benim, şimdi aldık bir tane uğraşıyoruz işte..” Motorun bazı eksiklikleri varmış, ustaya göstermesi gerekiyormuş. Daha ayrıntılı anlatmaya yeltenecek oluyor fakat nihayetinde dar bir caddenin kenarındayız, ayaküstü bir sohbete sığacak gibi değil anlatacakları.Eski mahalleden ayrılırken hiç kimseye veda etmediğimi hatırlıyorum. Vefasızlık sayılır mı bu? eh.. kendimce bir sürü bahanem var. Zaten çok uzak bir yere taşınmadık. Bir de zaten veda etmenin duygusal ağırlığını gerektirecek bağlar kurmamıştım orada.

Bilal Abi ayrılmadan benim işyerinde çalışan bir yakınını soruyor. Evet, vardı böyle birisi, geçen yıl tanıştığımızda da bahsetmişti. Farklı departmanlarda çalıştığımız için hâlâ rastlaşamadığımızı söylüyorum. Vay be! Beni ilk görüşte çıkaramayan adam, çalıştığım yeri ve geçen sene ayaküstü yaptığımız muhabbetten bir detayı hatırladı. Belki de tanıdığı insanları kafasının içindeki deftere kaydederken bazı anahtar kelimeler kullanıyordur.

“Birkaç gün sonra gemiye çıkacağım” diyor.

“O zaman yoksun yine uzun bir süre?”

“Ayda bir geleceğim, bu seferki o kadar uzun değil.”

Kesik öksürüklerle çalışan motorun, kahverengi ağırlıklı aksesuarı üzerindeki toz tabakasına gözüm ilişiyor. Bilal Abi henüz toz alma faslına geçmemiş “Vefalı adam” diyorum içimden. Zihnimde nereden ödünç aldığımı bilmediğim bir “denizciler vefasızdır” ön yargısı dönüp dolaşıyor. Gözümün önüne siyah beyaz eski filmler geliyor ama hangi sahne olduğunu çıkaramıyorum. Belki de Selvi Boylum Al Yazmalım’ı anımsıyorumdur. Vefasız kamyoncu Kadir İnanır ve alyazmalıyı o vefalı abiye kaptırdıktan sonra içini kaplayan pişmanlık hissi.. Neydi sevgi?

Yok hayır, Bilal Abi öylesi bir adam değil. Baksanıza, belki bir kere doya doya binemediği şu çocukluk hevesi takayı bile ortada bırakmıyor. Büyük ihtimalle binbir emekle çalıştırdığı makineyi, denizden bir sonraki dönüşünde yine çalışmaz halde bulacak.

Bilal Abi’ye “vedasız” demek daha doğru olur, tıpkı benim gibi. Mekan değiştirmeyi ayrılık hesabına saymıyoruz ikimiz de… Bazen yeni tanıştığımız ve çok az vakit geçirdiğimiz birisiyle az ve öz bir ortak nokta buluruz ve bu bizi dost yapacak kadar güçlü olur. Dedim ya, geçen sene tanışmıştık Bilal Abi’yle. O zaman da motosikletiyle uğraşıyordu. Uzun deniz yolculuklarının karadaki rövanşını almak istercesine hevesli görünüyordu.Kuzguncuk’ta bir arkadaşının garajında bu chopper motosiklete rastlayınca çocukluk hevesinin depreştiğini anlatmıştı bana. Satılık mı diye sormuş arkadaşına, meğer motor bir senariste aitmiş. “Arada bir gelip buradan alıyor, biraz nazlı bir makine; çok uğraştırıyor” demiş arkadaşı. “Versin biraz da ben uğraşayım.” diye atılmış Bilal abi. Derken iş ciddiye binmiş, pazarlığa tutuşmuşlar falan… alıp gelmiş makineyi.

Sakin sakin el emeği ile yapıp motosiklete uydurduğu aksesuarları gösteriyor. Sakinliğinin altında gizli bir coşkunluğu da var. İlginç bir adam şu Bilal Abi. Muhtemelen 50’li yaşların sonunda elinden her iş gelen atom karınca cinsinden.Bir yandan motosikletin bir vidasını sıkıştırırken, “Var mı çoluk çocuk?” diyor. “Bir kız bir oğlan abi ellerinden öper.” diyorum. “Havalar biraz daha ısınsın. Çekmeköy’de bir arkadaşımın çiftliğinde atımız var. Bir hafta sonu götürelim çocukları, biraz doğa görsünler.” diyor.

“Maşallah, atlara da ilgilisin.” diyorum gülümseyerek… “Benim değil at, arkadaşımın. Geçen nalları kırılmıştı, yeniledim…” derken benim kendisine olan hayranlığım artarak devam ediyor. “Nalbantlık da mı var sende abi?” diye soruyorum hayretle. “Yok be” diyor gülerek “Gittim araştırdım, Karaköy’de at malzemeleri satan bir yer varmış. Bir şekilde nalları çaktık, gerçi acemi işi oldu ama idare eder” diyor.

“Aylarca denizin ortasında kalıyoruz. Bu süre içerisinde gemide çıkan sorunlara çözüm bulmamız gerekiyor. Bu tamir işlerine olan yatkınlığım oradan.” diyor ve motosikletle ilgili yaptığı işleri büyük bir keyifle anlatıyor. Bir yandan sigaramı tellendirirken hayret sözcükleriyle eşlik ediyorum sohbete. Ayrılırken “dilerim şu zehirden kurtulursun” diyor. “Olur bakalım inşallah…” falan diye geveliyorum.

Bilal Abi kısa süre sonra denize çıkıyor. Çok uzun sürüyor bu yolculuk. Arada gelip geçerken süslü motosikletini ya da station wagon Toyota arabasını arıyor gözüm. Sonunda mahalleden taşınıyoruz, ayaküstü yaptığımız planlar gerçekleşmiyor asla.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir