Öykü
Adnan Altundağ – Guguk Yuvadaki Düşman
Asalak gugukların dişisi, konak yuvanın sahibi olan dişi kuşun yumurtlamaya başlamasını bekleyip, kuluçkaya yatmasından önceki zamanı kollayarak, değişik yuvalara genellikle birer yumurta bırakır. Yuvalarında yabancı yumurta bulan kuşlar çoğu kez bunun farkına varamazlar. Guguk yavrusu 12 gün sonra genellikle üvey kardeşlerinden önce doğar. İlk dört gün içinde henüz kör ve tüysüzken, üvey ana babanın getirdiği yiyecekleri yuvanın gerçek sahibi olan yavrularla bölüşmemek için, konağın yuvasındaki yumurtaları ve yavruları akrobatik hareketlerle tek tek yuvadan atar. Yuvadaki ebeveyinler kendilerinden farklı olan bu yavruyu kendi yavrularının ölmesi pahasına beslemeye devam ederler. Üç hafta sonra üvey annesinden daha iri olur. Altı hafta beslendikten sonra, genellikle yuvayı da dağıtarak eş aramaya ve yeni bir yuva bulmaya çıkar.(Vikipedi)
Sabah namazını kılmak için kısa bir süre gözlerini ovuşturduktan sonra yatağından kalktı hamal Mahmut. Dokuzuncuya hamile karısıyla birlikte, pencerenin icadından haberi olmayan dört duvar, bir kapıdan ve hücreyi andıran bodrum katındaki evinin odasından abdest almak için çıkmak istediğinde kaldırımda çizmiş olduğu çizgilere basmadan seksek oynayan küçük bir kız çocuğunun tek ayaküstünde oyun oynayışı gibi çocuklarının ellerine, bacaklarına basmadan gösterdiği gayretin ardından çıkabildi. Mahmut odadan çıktıktan sonra küçük kızı uyanmadığı için hayli sevinmişti. Küçük kızı her sabah erkenden uyanan babası ile birlikte uyanıp işe gitmeden önce babasına ayakkabılarının çok eskidiği, altının delindiğini, havaların soğuk olmasından ve her gün yağmur yağmasından dolayı çoraplarının ıslandığını, ayaklarının üşüdüğünü ve okuldaki arkadaşlarından utandığı için babasından sürekli yeni ayakkabı almasını istiyordu. Küçük kız Ayşe, okuldan döndükten sonra sokağın başında oturup babasının eve yeni ayakkabıları ile dönmesini beklerdi. Mahmut haftalardır çalışmadığı için eve eli boş döndüğünde küçük kızı sessizce başını eğerdi. Mahmut kızına bakarken yüzünde boncuk irisi ter damlaları birikir, boğazında bir diken varmış gibi zorla yutkunduktan sonra kızını teselli etmeye çalışırdı.
Hamal Mahmut genç olmasına rağmen saçları erkenden dökülmüş ve kafası keldi. Yaptığı hareketli ve ağır mesleğe rağmen hafif göbekli bile sayılırdı. Yüzünün ortasında patlıcanı andıran bir burnu ve üç günlük fırçalaşmış sakalları vardı. Yoksulluk yüzündeki karışlıklar arasına yerleşip yuva yapmıştı. Tüm hayatı boyunca hamallık dışında hiç bir iş yapmamıştı. Yaz aylarında iş yoğunluğundan dolayı bir karınca misali hep çalışarak biriktirmeye çalıştığı paralarla ( kazandığı para on boğazı doyurmaya yetmezdi hiçbir zaman. Birde yakında yeni yolcusu gelecekti. Karısının doğumuna bir aydan az bir süre kalmıştı) işlerin seyrek olduğu kış aylarını çıkarmayı düşünüyordu. Mahmut bugün bir iş çıkıp çıkmayacağını düşünerek abdestini aldığında hoca ezanı okumaya başlamıştı. Hocanın sesi sabahın sessizliğinden yararlanıp şehrin bütün sokaklarında yankılanıyordu. Ezanı dinleyen Mahmut, hocanın sesinin hayli kaba olduğunu düşündü bir an. Bir de ezana bir köpek, nağmeli nağmeli ulumalarıyla eşlik edince köpeğin ulumasının daha güzel olduğunu düşündü bir an. Mahmut bu düşüncesinden dolayı hemen tövbe edip kendisine lanet okuyarak dışarı çıkıp köpeğe bir taş atıp susturduktan sonra köpeklerin geldiği yere Allah’ın meleklerinin gelmeyeceğini ve bugün köpeğin kendisine uğursuzluk getireceğini sessizce mırıldanarak salavatlar getirip tekrardan abdest almak için banyonun yolunu tuttu. Mahmut her gün sabah namazını kıldıktan sonra evden çıkıyor gecenin geç saatlerine kadar hayvan pazarını andıran bir kahvehanede alınmayı bekleyen bir hayvan gibi dudağında sönmeye yüz tutmuş yarım sigaralarını üfleyerek duvarın dibinde oturuyordu. Ayazın insanın soluğunu dondurduğu karakış olduğundan dolayı haftalardır iş yoktu. Bu sabah kapısının önünde ezana uluyan köpek yüzünden yaşadığı talihsiz olay tekrar aklına gelince köpeğin kendine uğursuzluk getireceğini düşünüp bugünde eve eli boş döneceğini düşünerek bir sigara daha yaktı. Öğle vakti ezan okunduktan sonra namaz kılmak için oturduğu duvar dibinde son sigarasının dumanını havaya savuran Mahmut iki haftadır yanına gitmediği şeyhini düşünüp seyrek adımlarla caminin yolunu tuttu. Çocukluğundan beri babasıyla beraber gittiği medreseye babası öldükten ve evlendikten sonra da çocuklarını yanına alarak şeyhinin sohbetlerine katılmayı bir askerin görev bilinciyle ihmal etmemişti. Şeyhine karşı her zaman tövbesini diri tutup ve şeyhine, çobanına bağlı bir köpek gibi bağlılığını göstermek istiyordu. Namazını kılıp camiden çıkarak duvar dibindeki yerini alınca yanı başında beliren adamı kısa bir süre fark edemedi. Altmış yaşını geçmiş zayıf adamı ayaklarından süzüp gözleri yaşlı adamın yüzündeki köpek gözlerini andıran gözleriyle denk gelince sabahki uğursuz köpek tekrardan aklına geldi. Yaşlı adam evinin taşınması için üç adama ihtiyaç olduğunu söylediğinde uğursuz köpek bir duman bulutu gibi dağılıverdi birden zihninden. Sıkı bir pazarlığın ardından işi kabul etmekten başka çareleri olmayan hamal Mahmut ve arkadaşları, nakliye aracının kasasına binerken Mahmut yüzündeki sinsi gülümsemeyle şeyhinin, adını zikretmesi ile hemen Hızır gibi imdadına yetiştiğini düşünerek iş biter bitmez medreseye koşup şeyhinin huzuruna vararak, elini öpüp tövbesini yenileme kararını pekiştirdi.
***
Taşıma işlemi; her zaman bir şeylerden yakınan, dediğim dedik yaşlı adamın sıksa karısının iğneleyici ve azarla dolu sözleri arasında geçti. Yaşlı adam iş bittikten sonra üç hamala anlaştıkları paranın yarısını verince, Mahmut ve arkadaşları korkunç bir şaşkınlık anı yaşadıktan sonra kırmış oldukları bir iki biblodan dolayı istemsizce verilen parayı kabul etmek zorunda kaldılar. Mahmut gizli ve açığa vurulmayacak bir acıyla avuçlarının arasındaki paraya bakarak medresenin yolunu adımlamaya başladı. Evinin yakınlarında olan medrese, çalışmaya geldiği işten dolayı iki saatlik yürüme mesafesindeydi. Sabahtan beri hiçbir şey yemediği için yorgunluktan bitkin halde, kazandığı iki kuruş parayı da harcamamak için yürümeye karar verdi. Yolun köşesini dönüp sokağın başında durunca dondurucu havaya rağmen ter içinde kalmıştı. Medrese kapısına yaklaşınca şeyhine kavuşacağı için bütün yorgunluğunun geçtiğini düşündü. Şeyhinin huzuruna vardığında pejmürde bir kılıkta görünmek istemediği için üstünü başını düzeltip ve paçalarına yapışmış çamuru silmeye başladı. Üstünü başını düzeltirken yanında duran siyah Mercedes’in kornasıyla kendine geldi. Kenara geçtiğinde arabadan inen şeyhini görünce koşarak elini öpüp cübbesine yüzünü gözünü sürmeye başladı. Bu sahibinin ayaklarına dolanan bir köpeğin abartılı sevgisi karşısında rahatsız olan şeyh yorgun olduğunu belirterek müritlerine uyuyup dinlenmek istediğini söyleyerek kimsenin kendisini rahatsız etmemesini sıkı sıkıya tembihleyerek gözden kaybolunca, Mahmut ellerini karnının üstünde birleştirmiş başını yere eğmiş sessizce bekliyordu. Şeyhin evi medrese ile yan yana olan küçük bir sarayı andırıyordu. Şeyh akşama kadar evinden dışarı çıkmadı. Kendisini bekleyen müritleri medresede odasına bağdaş kurmuş zikir çekerek şeyhlerini bekliyorlardı. Saatler ilerledikçe şeyhlerini görmeye gelen müritler şeyhlerini görememenin üzüntüsü ve ümitsizlik içindeyken, Şeyhin danışmanı Melle Abdulcelil bugün şeyhin yorgun olduğunu ve medreseye gelmeyeceğini söylediğinde bütün müritler ellerinden oyuncağı alınan bir çocuğun üzüntüsüyle gitmeye karar verdiler. Müritler eve gitmek için hazırlandığı sırada şeyh son anda kararını değiştirdiğini haber verip herkesi evinde kabul edeceğini söylediğinde bütün müritler kendilerine verilen bu ayrıcalık karşısında sevinçten ne diyeceklerini bilmez bir halde bir birlerinin yüzlerine anlamsız anlamsız baka kaldılar. İlk defa şeyhin evini göreceklerdi. Şeyh hiçbir zaman önemli misafirleri dışında kimseyi evine kabul etmez ve müritleri ile sadece medrese odasında otururdu. Kapıdan içeri girdikten sonra bahçeye bakan Mahmut, bu bahçenin cennetten bir parça olduğunu düşünüp uzun süre gözlerini alamadan baktı etrafına. Bir Adem’in yasaklı meyve ağacı yoktu bu bahçede. Evin içine adım atar atmaz şaşkınlığı daha da arttı. Bir hücreyi andıran evi geldi gözlerinin önüne. Bu evin odunluğu kendi evinden daha düzel olmalıydı. Bütün müritleri evin her bir zerresini hayranlık ile izledikten sonra şeyhin huzuruna vardıklarında şeyhin elini öpmek için bir birlerini ezecek haldeydiler. Çıkan arbededen rahatsız olan şeyh, elini havaya kaldırıp oturmalarını işaret etti. Halıları kirletmekten korkan müritler kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra şeyh ikinci kez oturmalarını işaret edince hemen oturmak zorunda kaldılar. Şeyh Allah’a hamdu senalar, peygamber ve ehlibeytine selat-ı selamlar getirdikten sonra yorgun olduğunu ve sohbeti kısa tutacağını bildirdi. Bu kısacık an bile müritler için bir nimet sayılırdı. Şeyh sohbeti bitirmeden önce medresenin masrafları ve talebelerin bazı ihtiyaçlarının olduğunu söyleyerek cemaatin yardımda bulunmasını hadis ve ayetlerle anlattıktan sonra odadaki herkesin dışarı çıkmasını işaret etti. Şeyhin elini öpemeyen ve cübbesine yüzünü süremeyen müritler, buruk bir hüzün ile odadan ayrıldılar. Müritler evlerine dağılmadan Melle Abdulcelil yardımların toplanacağı kutuyu getirmişti. Kimi günlerdir çalışmayan yahut elinde çalıştığı günden kazandığı iki kuruş parayı yardım kutusuna atmak isteyen müritler arasında Mahmut yarışmada birinci olmak isteyen bir sporcunun gayretiyle en önde koşmuş ve cebindeki bütün parasını kutuya atmıştı. Medresede şeyhini görmenin sevinci ile yüreği ısınan Mahmut’un yüzünde sokağın başında kendisini bekleyen küçük kızını görünce yine boncuk irisi ter damlaları birikti ve boğazında bir diken varmış gibi zorla yutkunduktan sonra geldiği yolu gerisin geriye yürümeye başlayıp kızı uyuduktan sonra eve gitmeye karar verdi.
Yaşam Uğraşı Fanzin Sayı: 20 Sayfa: 12