Öykü
Zeki Karagözlü – Naftalin Kokulu Yorgan
Havanın kararmasıyla Tacettin’in üstüne bir ağırlık çöktü. Evin duvarları üzerine üzerine geliyor, kışın kasveti onun ruhunda yeni yeni cerahatlar açıyordu. İştahsız olmasına rağmen akşam yemeğini yedi. Sobanın üstüne koyduğu çay çoktan demlenmişti. Bir sigara yakıp, çayını ağır ağır karıştırdı.
Artık hiçbir şeyin tadını alamıyordu. Sobaya birkaç odun atıp, ışığı söndürmeden hüzünlü bir şekilde yatağa girdi. Naftalin kokulu yorganını üstüne çekip, gözlerini tavana dikti. Naftalin kokusu santim santim ruhunun derinliklerine iniyordu. Tacettin yatağın içinde sağa sola dönüp durdu. Vakit geç olmasına rağmen gözlerine bir türlü uyku girmiyordu. Bir yandan naftalin kokusu ve kışın kasveti ruhuna işlerken diğer yandan ruhunun derinliklerinde yalnızlık duygusu vardı. Canından çok sevdiği biricik eşi Fatma öleli on yıl olmuştu. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Tacettin Fatma’nın yokluğuna bir türlü alışamamıştı. İç dünyasında sanki Fatma ölmemişte her an içeri girecekmiş gibi bir hal vardı. Tacettin naftalin kokulu yatağında uzanırken yalnızlık ve can sıkıntısı geçen her saatte ruhunu büsbütün sardı. Gecenin her saatinde Fatma’yı ve onunla geçirdiği güzel yılları hatırlıyordu. Eskiler; insanın tek başına kalmasının doğru olmadığını söylerler. Yalnızlık Allah’a mahsustur. Çocukluğunda dinlediği Şubatkarısı masalı aklına geldi; masalda özellikle insan tek kaldığında vakit geceyse Şubatkarısı gelir. Şubatkarısı; orta boylu, etine dolgun, büyük sarkık memeli, kıvırcık saçlı, büyük ve sivri burunlu, çirkin mi çirkin, yüzünde büyük benleri olan, gözleri ateş kırmızısına çalan, mitolojik bir varlıktı. Özellikle tek kalan kişi erkekse ürkütücü sesler çıkarıp, o kişinin ruhuna sahip olana dek onu korkutur ve taciz ederdi. Tacettin bu masalı hayal ederken birden irkilip, ürkütücü sesler duyduğunu sandı. Yatağında doğruldu. Ayağa kalkıp odanın içinde volta atmaya başladı. Saatler birbirini kovalarken sabah ezanının okunduğunu işitti. Tüm gece uyuyamamıştı. Ruhunu kemiren müphem duygular içinde hızlıca hazırlanıp evden çıktı. Soğuk sabahın bulanık sisi daha kalkmamış, evlerin bacalarında dumanlar tütüyordu. Soğuk rüzgar Tacettin’in sıcak vücuduna değdikçe kendine geliyordu. Harran Kapısı’ndan çarşıya inerken gözleri doldu; çocukluğu, gençliği, elli yıllık hayat arkadaşı Fatma aklına geliyordu. Hayat arkadaşı ona beşi erkek, ikisi kız yedi çocuk vermişti. Çocukları şimdi neredeler? Hiç birinden ses seda yoktu. Ruhunu saran yalnızlık duygusunun verdiği acıyla bir sigara yaktı. Hüzünle sigarasını içmeye başlamasına rağmen, bitiremeden atıverdi. Sabahladığı için midesinde kazınmalar başlamıştı. Çorbacı Mahmut’un dükkânına atıverdi. Kemik suyuyla yapılmış bir çorba söyledi. İçinden Fatma’nın yaptığı kemik sulu çorbayı geçirdi. Oysa kadrini kıymetini bilememişti vakit geçmişti. Şeytan’ın ’’Yazan kalemin mürekkebi kurudu, iş işten geçti.’’ sözü aklına geldi. Çorbayı içmeyi bıraktı, beş lira masaya bırakıp hızlı hızlı çıktı dükkândan. Duygulanmıştı, gözyaşlarını sessizce içine akıttı. “Çocuklarının aklına babaları olduğu gelmez mi? Ben onlara ne yaptım? Hiç birinde mi vefa olmaz? Oysa ben onlar için kendimi bile feda ettim.” diye düşündü. Bir sigara yaktı, sigarasının mavi dumanında mutlu mesut günlerde hanımının ve çocuklarının yer sofrasında yemek yediğini gördü. Ta ki çocukluk arkadaşı Hasan Çelebi ile karşılaşana dek. Çelebi; “hayrola Tacettin? dalmışsın.” dedi. “Aleykümselam kardeşim, sabahın ağırlığı.” deyip geçiştirdi bıkkınlıkla. Ayaküstü üç beş dakika hasbihal ettiler daha sonra vedalaştılar. Tacettin yuvasız kuşlar gibi dolaşıp duruyordu içindeki yalnızlık azalacağına büsbütün artıyordu her geçen saniye. Hanımı Fatma’nın ölümü ve çocuklarının vefasızlığı tekrar aklına düştü. Düşündükçe düşünüyordu içindeki fırtına dinmek bilmediği gibi adeta onu bir girdap gibi daha da içine çekiyordu. Düşüncelerle dolu zihninde çaresiz kaldığı çok defa intihar etmeyi bile düşünmüştü. Fakat bu durum dinince kebair olduğu için yapmaya cesaret edemiyordu. O gün öğlen oldu, ikindi oldu, akşam oldu. Zaman hep aynıydı değişen bir şey yoktu. Sigara içmekten ağzı zakkum gibi olmuştu zaten artık yürümekten ayaklarında derman da kalmamıştı. Gözünün önü karardı, düşecek gibi oldu. Kalbi hızlı hızlı çarpıyor nefes almakta güçlük çekiyordu. Sokakta gördüğü bir evin önünde durdu ve kendini soluk taşına attı. Nefesi kesilmişti, bacakları sanki onu taşımıyor gibi hafiflemiş, bir anda zihnindeki düşünceleri susmuştu. Soğuk bir yel esti içine. Birden o çok özlediği Fatma’sının kendine münhasır mahzun yüzündeki buruk gülümsemesiyle, usul usul ona yaklaştığını gördü. Elinde Tacettin’in üstünü örttüğü naftalin kokulu yorganı vardı. Adam yerinden doğrulmaya çalıştı ama yapamadı hareket etmek ona büyük bir acı vermişti hareket etmeyi kesti ve karısını izledi bir süre.
Karısı onun yanına geliyordu hayal değildi yaşadığı tamamıyla gerçekti. Karısı ona geldikçe Tacettin adeta bir tüy gibi hafifliyor, içini karısına kavuşacak olmanın verdiği huzur kaplıyordu. Karısının ona attığı her adımda soğuk biraz daha ruhuna işliyor bedenini buzdan bir heykele dönüştürüyordu. Kalan son gücüyle karısına gülümsedi. Fatma geldi, naftalin kokulu yorganı kocasının üstüne serdi. Tacettin sonunda huzurluydu. Gözlerini yavaş yavaş karanlığa teslim etti. Yüzündeki son gülümsemeyle birlikte karısı Tacettin’in elinden tutup onu sonsuzluğa götürdü.