Öykü
Senanur Kırcalı – Papağanın Suçu Ne?
“ Papağanı nereye götürdüysen söyle! Bir şey yapmayacağız.” Karşıma dikilen bu kirli sakallı, iri yapılı iki adamdan birisinin ağzından tükürükler saçarak kurduğu bu cümleye inanmam pek mümkün değildi. Onlarla birkaç kez karşılaşmıştım. Patronun odasında iki büklüm oturup yavru köpek gibi gözlerinin içine bakarken çay götürdüğümde, patrona “Sağolasın ağabey” demişlerdi. Şimdi ise beni itekleyip duruyorlar; benim ise ağzımdan “bilmiyorum.” Ve “ben bir şey yapmadım.” cümlelerinden başka bir şey çıkmıyordu. Evet papağanı ben çaldım. Aslında çalmak biraz kaba kalıyor. Onu işe yarayacağı bir yere götürdüm diyelim. Ne var bunda? “Bak, senin yaptığını biliyoruz. Bizi uğraştırma.” Bu sefer konuşan diğerine göre daha az çirkin olandı. Onları ikna edecek yeni cümleler bulmalıydım. Diğer türlü bu izbe sokakta bu adamlardan korkmayacak biri-bir kahraman olmalı- gelip beni kurtarana kadar sorguya çekilecektim. O odada sigara ve alkol kokusundan ölecekti hayvancağız. Hem..hem ben size çay da getirmiştim. Hoş. O zaman da bana değil patronunuza sağolasın çekmiştiniz. Siz her türlü pis işi yaparken ben bir papağanı yerinden etmişim çok mu! Ne söyleyeceğimi bilmeden ağzımı açtım. Ölmekten korkmuyordum da dövülmekten korkuyordum. Beni iyileştirecek kimsem yoktu. Bakın beyler. Şuan papağanı sizden kurtarmanın verdiği keyif üzerimdeyken ölebilirim. Toparlanmam lazım. Bu tipler sustukça daha çok üstüne gelir insanın. Ne desem ki? Neden çaldığımı anlatsam bana acırlar mı? “Sabrımızı zorladın artık. Ya söylersin.. ya da..” Hantal elleriyle karnıma doğru uzattığı tehdit bıçağını gözüyle işaret ediyordu. Yok yok. Bu adamlar acımaz kimseye. Kızına götürdüysen iyi etmişsin diyecek halleri yok ya. Çalıp sattım desem. Kime sattın deseler ne diyeceğim. Bilmiyorum derim o zaman. Öldürürler mi? İşime gelir! Ben uzun zamandır ölmek için yaşıyorum. “Tamam…” dedim. Merak ettiğim şeyi sormadan bıçağı karnımın içinde hissetmek istemiyordum. “Patron bu papağanın peşine neden düştü? Çok mu mühim bu hayvan onun için?” Papağana öğrettiği küfürleri misafirlerinin yanında ettirip sonra da salyalı çirkin ağzıyla kahkahalar atsın diye herhalde. “Sanane lan” ikisinden daha az çirkin olanı bu soruma sinirlenmişti. Bıçak da onun elindeydi zaten. Diğeri, soruma cevap verdiğinde döküleceğimi düşünmüştü belli ki. “Dedesinden babasına, babasından da ona kaldı bu hayvan. Emanet görürdü onu. Çocuğu gibi konuşurdu da. Anladın şimdi?” Papağanlar bu kadar uzun yaşar mı? Yani kızımın başına bi dede mi dikmişim arkadaş olsun diye.”
Kırmızı- mavi yanıp sönen ışıklarıyla olduğumuz sokağa dönmeden sesi gelmişti polis arabasının. Bıçağı indirip birbirlerine telaşlı gözlerle baktıktan sonra birkaç metre ileriye park ettikleri siyah camla kaplanmış arabaya doğru koştular. İşte şimdi buradan topuklama vakti oğlum.
Beni bıçaklı sorgulamadan kurtarmak için polise gördüklerini ihbar eden kişiyi düşünüp bir yandan da koşuyordum. Benim de bir papağan çaldığımı bilse-çalma kelimesini kendime yakıştıramasam da durum bu-yine de polisi arar mıydı acaba? Ara sokakları hayalet gibi geçerken kapısının açık olduğunu fark ettiğim apartmana girdim. Soluklanmak için bodrum katının merdivenlerinde oturup apartman sakinlerinden birisinin bağırışları eşliğinde ne yapacağımı düşünmeye başladım. Peşime adam takmasını beklememiştim. Yine arazi olacaktım. Kalacak yer bulmak gerekir şimdi. Hem kıvrılacak bir yatak hem de iş verecek kimi bulacağım? Aman sen de! Patronu aklamaya çalışma. Dilsizmiş gibi her emre itaat etmeye devam edersen bulamayacağın iş yok. Ama kızım.. Ondan uzak bir yere gidemezdim. Tabi ya..
Kızıma gidip olanlardan bahsetsem rahatlayacaktım. Hangi ara sokaktayım, Küçükköy Mezarlığı’na çok mu uzaktayım bilmiyordum. Geldiğim yere geri dönüp ordan gitsem? Sorgu sokağına doğru yürümeye başladım. Adamların beni aynı yerde aramaya devam etme ihtimali düşük geliyordu. Koştuğumu görmüşlerdi. Senin yüzünden başıma neler geldi ahbap. Kızım için değer. Yaklaşık bir saat yürümenin ardından mezarlığa geldiğimde papağan kafesinin içinde kızımın başındaydı. Uyuyor olmalıydı. Bekçisi bile olmayan bu sessiz mezarlıkta kızıma eşlik edecek üstelik de konuşan bir hayvan ne büyük şanstı! Bir dakika ya.. Gecenin bir vakti mezarlıkta yanımda papağan. Ben deli olabilir miyim? Papağana yiyeceği bir şeyler getirme sözü verip tutamamıştım. “Sen bana da verdiğin sözleri tutamamıştın baba.” Sesler karışıyor.
Kızımın sesiyle iç sesim birbirine karışıyor, bir tek papağanın sesi çıkmıyordu. Kafamda dönen düşüncelere hakim olamıyordum. Bana acı vermek için bekleyen tüm yaşam görüntülerim gözümün önünde resital yapıyordu.Yalnızca görüntülerden ibaret. Kendime bile anlatamadığım. Tırnaklarımı kafamın derisine geçirip bunca sessizlik içinde susmayan düşüncelerimi susturmak istiyordum.
Buraya her geldiğimde İnci’m ile aramda bilmem kaç kürek toprak farkı olduğunu kabullenene kadar acı çekiyordum. Bu hayvanın sesi neden çıkmıyor? Kızımla konuşmaya başlamadan önce onu kafesten çıkarıp kafamdan çektiğim ellerimle ısıtmak istedim. “İnci’m, birkaç gün gelemedim güzel kızım. Onu sevdin mi? Benimle konuştuğun gibi onunla da konuştun mu?” Benim yerimi dolduracak değil ya! Kafesin kapısını açtım. Patronun odasında onca sigara dumanından rengi solmayan, sağlıklı görünen hayvan solgun bir şekilde kafesin dibinde yatıyordu. Sen de mi? Kıpırdamıyordu. Ölmüştü. Onun yanına ilk ben gidecektim.
Toprağı dağıttım dağıttım… Buraya sığar herhalde. Kızımın mezarında açtığım küçük çukura papağanı gömdüm. “Her şey için teşekkür ederim ahbap.”
Talihsiz bir adamdım. Elimi değdiğim her şey kuruyordu. Kızım beni bekliyordu. Kararımı vermiştim. Rüya Müzikhol’üne gidip patronun karşısına çıkacaktım. “Papağanını öldürdüm. Öldür beni.”