Öykü
Seçkin Bilgen -Ama Bugün Bambaşkaydı
Merhametsiz bir sessizlikle kapandı kapı. Tam beklediği gibiydi Rümeysa’nın gidişi, gösterişsiz ve olabildiğince sönük. Tek beklemediği ise bu kadar ani olmasıydı. Bir gün gerçekleşeceğinden emindi ama bu kadar erken olacağını hiç düşünmemişti. Sinsi zaman gerçekten bu kadar hızlı mı geçmişti? Rümeysa’nın soluk dirayetini çok mu hafife almıştı? Bilmiyordu. İçinden neler geçiyordu şu an? Üzüntü mü? Pişmanlık mı? O pervasız selin içinde bu ikisi de yoktu. Bir süredir aklındaki, taslağını oluşturduğu roman üşüşmüştü zihnine. Beklenmedik miydi yoksa manidar mıydı zamanlaması, düşünmemeye çalıştı.
Zorladı kendisini arazi olmuş hüznü çağırmak için. Üç yıllık eşinin terk etmesine biraz olsun gözyaşı dökmeliydi mutlaka. Evet, onu hiç sevmemişti. Boyunun uzunluğuyla yarışan yuvarlak suratının mimiksizliği, dar kalçalarına ters düşen ucu da kendileri kadar büyük memeleri, türbanını çıkardığında kaskatı şekilde kalmaya devam eden saçları yüzünden başına gelen sıradan da öte bir şeydi o sadece. Doktorasını yaptığı sırada bir yandan hayali olan edebiyat işçiliği için koştururken katıldığı ortamlarda arkasından yapılan eşcinsel dedikodularından kurtulma isteğiyle evlenmişti onunla. Babasının diş kliniğinden ortağının siliklikle bezediği muhafazakarlığıyla, bulunduğu küçücük odada bile kendini unutturmayı başarabilen kızı, o kadar hazırdı ki her şeye evet demeye ya da boyun eğmeye. Asil, Ye’cüc ya da Me’cüc olsaydı bile evlenirdi onunla. Tabii bu içini rahatlatmamalıydı kathiyyen, zira onunla evlendikten sonra daha önce şiirlerinin çıktığı dergide eleştirmenliğe iki ay içinde başlayacaktı. Bir anlık kararın ürünü olan düğün derneksiz nikah ve Kapadokya’da iki günlük iktidarsız balayı. İki ay içinde onu mutlu edip edemediğini bile bilmeden her şey değişmişti. Umurunda da değildi zaten Rümeysa’nın mutlu olması gerçi. Ne yaparsa yapsın mutlu olacak gibi de görünmüyordu hem. Laboratuvarda kendisine namaz kılma izni verilmesi için uğraşmaktan başka bir derdi yoktu ki. Bunlar yeni düşünceleri değildi ama şimdi daha uğultulu halde içinde yankılanmaktaydılar. Bir insanın hayatına bu kadar az değer verdiği için kızmalıydı kendisine, hatta affetmemeliydi kendini. Doğrusu buydu, şimdiye kadar kendisini iyi bir insan olduğuna boşuna mı inandırmıştı yoksa? İnandırmış mıydı ki gerçekten? Yaptıklarının sonuçlarıyla baş başa kalmak ve bunun acısını çekmek zorunda değil miydi?
Ağlamak, sinirlenmek, sarsılmak… Ne kadar da uzaktı ona şu an. Kedileri Vanilya bacaklarına sürtünerek geçtiğinde komodinin üstündeki aynaya ilişti gözleri. İsli bir göz görmeyi beklerken hiç de öyle olmadığını fark etti. Arzuluydu, hiç olmadığı kadar hem de. Hemen bilgisayarının başına geçip saatlerce yazmak istiyordu. Yirmi birinci yüz yılın sonlarında geçecek olan kitabındaki her şey hazırdı kafasında. İklim krizinin meyvasını verdiği, herkesin aşırı sıcak yüzünden gündüz uyuyup gece yaşamak zorunda kaldığı bir kesif dünya yaratıp içini ilmek ilmek dokuyacaktı. Vakitsiz ve davetsiz ilhamın tesiri altında sarhoş olmuştu. Durdukça, kendisini tuttukça parmakları titremeye başlamıştı. Dayanamadı, bilgisayarın başına geçti ve yazmaya başladı.
Vanilya’nın yine olmayan bir varlıkla mücadele ederken sehpadaki vazoyu yere düşürüp kırmasıyla irkildi. Saate köhne bir bakış attı ve sabahın yedisi olduğunu gördü. Hala karanlıktı her yer ama sabah olmuştu işte. Tam on saattir yazıyordu, ne su içmişti ne yemek yemişti ne de tuvalete gitmişti. Sandalyeden kalkmayı ilk seferinde başaramadı, devamında adım atarken zorlandı. Sonra tuvaletten çıkmadan önce Vanilya’nın kumunu temizlerken kedisi onu izledi. Ardından balkona çıktı ve yağmur yeryüzünü yıkarken o da bulutları izledi. Göz kapakları saatlerdir açık olmalarına dayanamayıp ağırlaşmışlardı nihayetinde, sürünerek kendini yatağa attı.
Günlerdir evden çıkmıyordu, günlerdir geç yatıyordu ama bugün bambaşkaydı. Gözlerini yıldırım düşercesine açtı. Sahiden, Rümeysa o bavulu hangi ara hazırlamıştı?