Connect with us

Öykü

Rıdvan Şahin – Bir Tufanı Kollamak


İnsan bir tufan haberini kolluyor hayatın kırılgan anlarında. Ne bileyim bir incir ağacına çıktığında mesela ya da dışarda yağmur yağmış, kuzinenin başında ellerini ısıtmaya çalışıp bir yandan da gostilleri ateşin içinde yanmasınlar diye çevirirken…

Babanın eve dönüş saatini dört gözle beklediğin, kulaklarını onun sesine hipotek ettiğin bir günün akşamında neşeli neşeli çınlayan sesiyle bir kiraz gibi, baban geliyor ve sen ellerindeki poşetlere sarılıyorsun, tam o anda bir şey olacakmış gibi hissedersin ya hani. Böyle kötü bir şey olacakmış gibi. Atınız Huri’nin ayağı kırılacak, çok sevdiğiniz bir emmi ya da yenge ya da başka bir akraba hasta olacak; babannen bir gün hastaneye diye gidecek ve bir daha gelmeyecek, deden onun yarattığı boşluğu doldurmaya çalışırcasına yine keserle, kerpetenle oynamana izin vermeyecek, zaten dar olan bahçeyi sana dar edecek.
İşte böyle bir şey olacakmış gibi hissediyor muydum? Yoksa bu hissi ben hep içimde taşıdığım için o haberi aldığımda bir tufan olmuş da, sanki o an küçük kardeşimle ben geminin dışında kalmışız gibi mi hissettim. İnanın hiç bilmiyorum. O haberi kimin verdiğini bile hatırlamıyorum. Ortancıl kardeşim mi, annem mi, yoksa rahmetlik Şevket Emmi’nin kızlarından biri miydi, kim bilir… Ben bir anda babamın yanındayım şimdi, babam yere yarı sırt üstü uzanmış, dirsekleri üzerinde yatıyor, sağ ayağı annemin elinde, havada. Annemin saçı açık, çemberini babamın ayağına dolamış, bastırıyor. Çember kan olmuş, annemin üstü kan, babamın üstü kan… Babam gülüyor ama gözleri kararıyor sanki. Çok kan kaybetmiş, gözleri arada kapanıyor, başı çok hafif düşer gibi oluyor. Ama tam olarak düşmüyor, çenesi göğsünün üstüne. Zaten dirseklerinin üzerinde doğrularak uzanmasının sebebi uyumamak herhalde. Yani bayılmamak için kendini fazladan bilinçli hale getirmeye çalışıyor gibi.
Ben babamın korktuğunu hiç görmedim. Onun kitabında korku ya da cesaret gibi kavramlar yoktur. Babam, babadır. Babalar korkmaz, babalar cesur da olmaz. Babalar babalık yaparlar. Hele ki üç oğula sahip bir babaysanız daha bir babalık yapmanız gerekir. Hâsılı babam korkmuyordur belki ama çıktığı ağacın araba yoluna gelen dalını keserken sağ ayağının üstüne girebiyi vurunca böyle biraz bayılırsın gibi olmuştur. Annemin demesine göre ayağından kan fışkırarak çıkmış. Atar damara gelmiş demek ki. Babam korkmamış ama onu kan tutarmış. Onu kan tuttuğunu bu olay vesileyle öğrendik. Daha önce de bir kere girinti ile bacağını kesmişmiş de yine bayılırsın gibi olmuşmuş. İşte şimdi de babamı kan tutmuştu. Ağaçtan Şevket Emmi’nin oğlu Bilo yardımıyla güç bela inmiş, yere uzanmış, sonra annem hemen bir tampon yapmış. Ambulansı çağırmışlar, ambulans bekliyorlar. Ne zamandır bekliyorlar kimse bilmiyor. Annem bana, sen kardeşine bak,ben babanla giderim dedi. Hayatımın en gönülsüz tamamlarından biriydi birbirini ardınca sıraladığım amaların ardından. En son babam, oğlum ben iyiyim, bir şey olursa taksiyle gelirsiniz, çocukla uğraşmayalım şimdi deyince çıkmıştı ağzımdan bu gönülsüz Hastaneye ne zaman sonra gittiler, babam ambulansta hastanede neler çekti bilmiyorum. Ama gönülsüzce dilimin ucuyla söylediğim tamam lafzı elimi kolumu bağlamıştı. Annem beni arayana kadar da bu lafzın ağırlığının peşine bir de en başta bahsettiğim kötü bir şey olacağına dair içimizde ansızın beliriveren his, bu sefer ansızın ve sebepsiz değil, tam yerli yerince içime çöreklenmişti. Çok kırılgan bir gündü ve çoktan tufan olmuştu. Küçük kardeşimle ben geminin dışında kalmıştık. Bundan sonra artık tufandı. İçimdeki hu tufan yaklaşık üç ay devam etti. Bu üç aylık süreçte babam koltuk değneğiyle gezdi. Çalışamıyordu. Çalışmadığı için evde bir gerginlik vardı. Hepimiz bir tufan haberini kolluyorduk. Babam kahveye diye evden çıkıp saatlerce eve gelmeyince balkon kapısının önündeki tekli koltuğa oturur, onun yolunu gözlerdim. O sene fındık toplamadık. 40 küsür senelik ömründe ilk çocukluk yılları hariç her yıl fındık toplayan babam, ilk defa fındıktan kurtulmuştu. Ama şansa zaten o sene hiç fındık olmadı. Mevsim kurak geçti. Üstüne üstlük babam, ağustos ayının rüzgarlı günlerinde koltuk değneğiyle sokaklarda gezerken ciğerlerini üşüttü ve bir hafta hastanede yattı. Tufan devam ediyordu, yağmurlar da. Üç aylık bir tufan sonunda babam dikişlerini çıkarttırdı, koltuk değneklerini attı. Eylül ayında okulların açılmasıyla birlik tufan da son buldu. Ama yağmurlar tüm hızıyla devam ediyordu. Karaya ilk çıkan annem oldu herhalde. Elinde zeytin tabağı, mısır ununda kavrulmuş fasulye kayganasıyla babama kahvaltısını hazırladı. Kahvaltıda on çeşit ürün yoktu belki ama tufandan sonraki ilk kahvaltıydı işte.
O yazdan sonra ben, babam her tehlikeli işe atıldığında kendimi o tufan haberinin içimde uyandırdığı bedbin ruh ağırlığıyla baş ederken buldum. O ağırlığı bir türlü üstümden atamadım. En mutlu olduğum anlarda hep bir tufan haberi kolladım. Kolladım ki, bu sefer geminin dışında kalmayayım. O tufan haberi de yaklaşık bir beş sene sonra geldi. Nasıl mı? Hayatın kırılgan bir anında…

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir