Çeviri Öykü
İhsan Abdülkuddüs- Halamın Evi*
Saygıdeğer mahkeme heyeti, sizden konuşmak için bana izin vermenizi rica ediyorum. Şüphesiz avukatıma güveniyorum. Onun benden daha iyi konuşacağına da… Fakat yine de konuşmak istiyorum. Olup biten her şeyi size anlatmadan idam sehpasına gitmek istemiyorum. Bana sorduğunuz bu sorular size bir şey kazandırmayacaktır. Fakat sözlerimi; düşüncelerimi ve duygularımı, eğer ifade edebilirsem bu size daha çok ışık tutacaktır. Suçlu, suçu niçin ve ne zaman işlediğini unutur. Çünkü; duyguları ile yaşar. Sebepler ne kadar önemli olursa olsunlar suç işlemeye gerekçe olamazlar. Fakat duygular sayın mahkeme heyeti…
İtiraf ediyorum…
Tevhide halamı ben öldürdüm.
Yastıkla, ölene kadar ağzını kapattım.
İnanın bana, halamı seviyordum. Hem de annemden daha çok… Hâlâ da seviyorum. Sizden daha çok seviyorum sayın mahkeme heyeti… Halamın ölümüyle bu denli ilgileniyor oluşunuz, sizin onu benden daha çok sevdiğinizi göstermez. Eğer onun ölmesi gerektiğine inanmasaydım, siz beni yargılamadan önce, kendim hakkında idam kararı verecektim. Gerçek şu ki, siz beni yargılamadan önce ben kendimi yargıladım. Yakalanmadan önce kendimi üç gün odama hapsettim. Darağacım olsun diye odamın penceresine bir ip astım ve kendimi yargılayarak darağacının altında oturdum. Kendimi yargılarken çok acımasızdım. Hem de sizden daha acımasız! Hayır, sizler acımasız değilsiniz. Bilakis, merhametlisiniz. Beni yargılarken gösterdiğiniz büyük sabır mer- hametinizi göstermektedir. Fakat ben kendime acımadım. Kendime karşı son derece katı davrandım ve kendimi çetin bir sorguya çektim. Tıpkı, Yecüc ve Mecüc’ün sorgusu gibi. Ve bu yargılamadan suçsuzluğuma inancım artmış olarak çıktım. Hayır, halamın öldürülüşü bir suç değil; Bunu yapmaya mecburdum. Eğer, halamın öldürülmesinin bir suç olduğuna inansaydım, kendimi asardım.
Müsaade ederseniz ayrıntıya girmek istiyorum:
Tevhide halam, küçük kardeşi Feride ile denize nazır üç odalı ana caddeye bakan ve Hadaikulkubbe’de bulunan üç katlı bir apartman dairesinde yaşıyordu. Otobüs durağı ile aralarındaki mesafe yüz metreden fazla değildi. Bir dakikada otobüs durağına varırdım. Düşünün! Küçüklüğümden beri halamın evine gider gelirdim. En hoşlandığım vakitler, ana caddeye bakan balkonda, insanları, otobüsleri ve arabaları seyredip, satıcıların bağrışmalarını ve hayatın gürültüsünü dinleyerek geçirdiğim vakitlerdi.
Feride halam, iyi, sakin ve her zaman uysal biriydi. Tevhide halam ise tam bir despottu. Güçlü ve otoriter bir şahsiyete sahipti. Benim, balkonda uzun süre durup, bunların tadını çıkarmama izin vermezdi… Mun’im, git iki ekmek al! Haydi git bir kahve yap! Mun’im, gel bakkalın borcunu hesapla! Her dakika emir, her dakika iş. Ona itaat ediyor ve onu seviyordum. Kendi evimize dönmeden önce de bana bir kuruş verirdi. Diğer kardeşlerimden daha çok seviyordu beni. Ve çoğu kez bana: “Sen evin erkeğisin” derdi. Ben de gerçekten evin erkeği olduğumu duyumsardım. Bildiğiniz gibi Tevhide halam hiç evlenmedi. Kız kardeşi Feride de öyle. Babam ölmeden önce onlara pek gidip gelmezdi. Aralarında soğukluk vardı. Özellikle de dedemden kalan mirası satıp, halam Tevhide ve Feride ondan daha zengin olduktan sonra. Benim dışımda hiçbir erkek, halamın evine muntazaman gidip gelmezdi.
Büyüyene kadar halamın evine gidip gelmeye devam ettim. Ticaret lisesini bitirdim ve işe girdim. Maaşım 25 cüneyhe** yükseldi. Tevhide ve Feride halamlar da yaşlandı. Onlardan ben sorumluydum. Evin hesaplarını yapan, ihtiyaçlarını gideren bendim. Yani, onların erkeği bendim. Fakat Tevhide halam baskısını ve otoriterliğini devam ettirdi. Bana vermiş olduğu parayı bir cüneyhe, sonra da iki cüneyhe çıkardı. Evet, ayda iki cüneyh sayın mahkeme heyeti.
İnanın bana, bana vermiş olduğu para konusunda kendisi ile hiç tartışmadım. Bana iki veya on cüneyh vermesi ya da hiçbir şey vermemesi beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Maaşım çok şükür yetiyordu. Maaşımdan yüz cüneyh, tam olarak yüzyirmiüç cüneyh biriktirmiştim. Ona karşı yapmış olduğum hizmetlerin tek karşılığı, ana caddeye bakan balkonda sigara içerek bir veya iki saat oturmamdı. Bu balkonu seviyordum. O balkonun dünyama açılan bir pencere olduğunu hissediyordum. Doğrusu, halamın dairesini seviyordum. Size söylediğim gibi, bu daire doğuya denize nazır, üç odalı, geniş, aydınlık, otobüs durağı ile arasında yüz metre mesafe olan bir daireydi. Düşünün bir kere sayın mahkeme heyeti, yüz metre bile yürümeden otobüs durağında oluyordum. Sonunda nişanlandım. Şibra’da***, komşumuzun bir kızıyla…
Tam da hayallerimdeki bir kızdı. Güzel, sakin, ilkokul mezunu, ev işlerini iyi becerebilen bir kız.
Onunla mutluydum. Mutluluktan neredeyse uçacaktım. Dünyam Tevhide halamın balkonunda otururken ki dünyamdan çok daha genişledi. Fakat, ailemden hiç kimse mutluluğuma sevinmemişti. Annem bana “Kız kardeşlerinden önce evlenmeni istemiyorum” dedi. Sonra da yas elbiseleri giyerek benimle nişanlımın evine geldi.
Kız kardeşlerim bana dil uzatıyor, nişanlımda yüz kusur buluyorlardı. Bacakları çarpık, gözleri pörtlekmiş!..
Tevhide halam, nişanlıma karşı diğerlerinden daha sert ve daha kabaydı. Benim kendisini unuttuğumu zannetti ve bu yüzden bana söylemediğini bırakmadı. Nişanlımı hiç görmeden, onun zamane kızlarından daha kötü olduğunu söyledi.
Benimle sevinen ve sevinci, gözyaşı dökecek dereceye varan tek kişi Feride halamdı. O, zayıf ve dermansız halam…
Diyorsunuz ki sayın mahkeme heyeti, “Bütün bunların suçla ne ilgisi var?” Ben de diyorum ki: Ailemin bana karşı takındığı tavrın, suçu işleme anında yaşadığım duyguların oluşumunda büyük bir payı var. Bu tutum beni karşı koymaya itti. Aileme karşı koymaya yani. Hiçbir zaman asi bir insan olmadım. Bir sivrisineği bile incitmeyi düşünmedim. Fakat isyankar oldum. Anneme isyan ediyor ve onu nişanlımın evine gelmeye zorluyordum. Kardeşlerime karşı çıkıyor ve onları gülümsemeye mecbur ediyordum. Sonra da Tevhide halama karşı geliyordum ve ilk defa nişanlımdan vazgeçmemle ilgili emrine karşı gelmiştim. Bu karşı geliş, göreceğiniz gibi bende büyüdü de büyüdü. Artık tam bir asi olmuştum.
Nişanlanmamdan iki gün sonra müstakbel kayınvalideme, düğün gününü kararlaştırmayı önerdim. Kayınvalidem tebessüm etti. O tebessümü hâlâ gözlerimin önünde canlanıyor. Bana “Bir ev ayarlamadan nikah kıyamazsın” dedi. Kayınvalidemin bu sözüne şaşırmıştım. Bir daire bulmanın düğünü erteleyeceği doğrusu hiç aklıma gelmemişti. Fakat kayınvalidem görüşünde ısrar etti, kayınpederim de ona katıldı ve ben de pes ettim. Bu benim için bir problem değildi, fakat …
Sayın mahkeme heyeti, acaba içinizden biri kiralık daire aradı mı hiç? Ben mahkemeden bir ev aramasını rica ediyorum. Bunu adalet adına, insanlık ve vicdan adına talep ediyorum. Siz, benim hakkımda karar verirken damadın daire ararken neler çektiğini anlamanız gerekiyor. Aksi takdirde asla adaletli olamayacak ve asla vicdanlarınızı rahatlatamayacaksınız. Sayın mahkeme heyeti! Altı ay boyunca bir semtten, diğer semte, bir caddeden diğer bir caddeye, bir bölgeden diğer bölgeye, emlakçılara, apartman sahiplerine, sitelere yürüyerek gidip geldim. Oturacağım daire için 6 cüneyh ödeyeceğimi tahmin etmiştim. Daha sonra bu limiti 8 cüneyhe, 10 cüneyhe, sonra da 12 cüneyhe çıkardım. Sayın mahkeme heyeti, maaşımın yarısını kira için ayırdım. Buna rağmen bulamadım. Bütün şartlardan vazgeçmeme rağmen bulamadım. Artık dairenin, halamın dairesi gibi ana caddeye bakmasını istemiyordum.Artık halamın dairesi gibi denize nazır olmasını istemiyordum. Dağda bir kovuk dahi olsa kabulümdü. Fakat onu bile bulamıyordum. Nişanlım gözümde güzelleşiyor ve ben ona daha da arzu duyuyordum. Fakat o benden gittikçe nefret ediyordu. Onun bakışlarında benim başarısız, beceriksiz bir adam olduğuma inandığını görüyordum. İsyankar duygularım daha da artmıştı. Kapıcılara, apartman sahiplerine, halka dahası hükümete ve bütün insanlara isyan eder bir hâle gelmiştim.
Tabii ki evlenmeyi ve ailemle oturmayı düşündüm, fakat imkânsızdı. Biz üç odada oturan on kişiyiz. On kişi olduğu ve üç odada oturduğu için ailemden sıkıldım. Eve fırtına gibi girmeye, anneme bağırıp çağırmaya, kız kardeşlerimi dövmeye ve dünyaya lanet okumaya başlamıştım.
Nişanlımın ailesiyle oturmayı düşünmüştüm; ama imkânsızdı. Evlilik bir odadan ibaret değil ki! Bir ev ister. Kaynatamın evi de evimiz olmaya müsait değildi. Sonra evde bize verebilecekleri bir oda da yoktu.
Sayın mahkeme heyeti, bizim oturabileceğimiz tek ev halamın eviydi. Feride halam, Tevhide halamın odasına taşınabilir, böylece ben ve eşimin oturacağı bir oda boşalabilirdi. Misafir odası da boşaltılabilirdi. Özellikle o oda, senede bir veya iki kere açılırdı. Fakat hayır!… Ricada bulundum, ağladım, isyan ettim, tehdit ettim, fakat hayır!… Biliyor musunuz sayın mahkeme heyeti neden? Çünkü Tevhide halam evliliği bir pislik olarak görürdü. Bu evde kalmış kocakarı, evine bir pisliğin girmesine müsaade etmezdi.
Ondan nefret mi ettim? Asla! Hayır, sayın mahkeme heyeti! Yoksa, annemden nefret ederdim. Bütün yaptığım ona karşı gelmek ve ona meydan okumaktı. Sadece bu. Hâlâ kiracılardan kirayı ben topluyor, onun gereksinim duyduğu şeyleri ben satın alıyordum; hala onun erkeği idim.
Nihayet ümit kapısı açıldı…
Tevhide halam hastalandı.
Hem de ciddi bir hastalığa yakalandı. Doktor kanser olmasından şüphelendi.
Sevinmiştim. Nişanlım da sevinmişti. Tevhide halam ölürse, Feride halamın bizi kabul etmesi ve birlikte oturmamız kolaylaşacaktı.
Tevhide halamın ölmesi benim ve nişanlımın yaşamı için zorunluydu artık. Öyle ki, düğün gününü kararlaştırmak hakkında konuşmaya başladık. Kayınvalidem merhume öldükten 40. gün sonra diyordu. Hayırlısı olsun.
Ölecekti!..
Kesinlikle ölecekti. Yatakta hareket bile edemiyordu ve gece gündüz inliyordu. Beti benzi solmuş, nefes alıp verişi zayıflamıştı. Evet bir ay geçti, iki ay, üç ay, altı ay ve o hâlâ can çekişiyordu. Sonra biliyor musunuz sayın mahkeme heyeti kim öldü? Feride halam, Feride halam kalp krizinden öldü! Büyük bir acıyla ağladım, ağladım da ağladım. Saçımı başımı yoluyor, üstümü başımı paralıyordum. Taziyeye gelenler benim delirdiğimi zannetmişlerdi. Gerçekten de delirmek üzereydim. Fakat Feride halam öldüğü için değil, Tevhide halam ölmediği için.
Nişanlımın ailesi tutumlarını değiştirmeye başladılar. Beklemekten, sevincimi tamamlayacak ölümü beklemekten bıkmışlardı. Şaşırtıcı duyumlar almaya başlamıştım. Tek başına bir dairede oturan, yani dairesi olan genç bir delikanlının nişanlımı istemek için geldiğini duydum. Bu arada kayınvalidem nişanı bozmaya karar verdiğini açıkladı. Delirmiştim. Nişanlımı sevmiştim, gerçekten sevmiştim. Bütün nefesimle, bütün kalbimin atışlarıyla, damarlarımdaki bütün nabız atışlarıyla onu sevmiştim. Nişanın bozulmasına dayanamıyordum. Asla!.. Dayanamıyordum… Ağladım, yalvardım. Bir hafta mühlet vermeleri için ricada bulundum. Eğer o hafta zarfında bir daire bulamazsam, nişanı bozabileceklerini söyledim. Bunun üzerine, bana bir hafta mühlet verdiler. Şüphesiz diğer damada göre daha çok şansım vardı. Maaşım daha çoktu, herkes şahitti ki ahlâkım da daha güzeldi. Üstelik nişanlım da beni sevmeye başlamıştı.
Lakin saygıdeğer mahkeme heyeti, bu hafta zarfında ev aramak için kendimi yormadım. Çünkü ümit olmadığını biliyordum. Artık ne gazetelere, ne de arkadaşlarımın boş dairelerle ilgili söylediklerine inanıyordum. Bu haftayı Tevhide halamın ölümü konusunu düşünerek geçirdim. Çünkü; ölüm, onu acılarından kesinlikle kurtaracaktı. Kaldı ki o ölürse toplum da bir şey kaybetmeyecekti. Tam aksine topluma bir yüktü. Dairesini yeni evlilere terk ederek topluma yeni bir hayat vermesi toplumun yararınaydı. Eğer toplum daireyi kanunla boşaltamazsa ölse de buna karşı çıkamayacaktı. Allah, bu hafta olmazsa dahi gelecek hafta, en çok bir ay içinde onun canını alacaktı.
Bu tartışmayı kendim ve nefsim arasında birkaç kez yaptım sonra da halama gittim. Ona gittiğimde sakindim. Hayatımda hiç olmadığım kadar sakin.
Onu yatağında gördüm. Acı çekiyordu. Acı onu mahvediyordu. Sevgi ile gülümseyerek yanına oturdum. Gerçekten onu seviyordum. İçinde şefkat ve acıma olan bir sevgi idi bu. Ona dedim ki, saygıdeğer mahkeme heyeti, benimle onun arasındaki konuşmanın seyrini dikkatle takip etmenizi rica ediyorum. Hazin bir şekilde tebessüm ederek ona dedim ki:
– Halacığım, ölmen gerekiyor! Dehşet içinde baygın gözlerini bana dikti. Başını yastığın üzerinde şiddetle salladı. Ölüm fikrini kabul etmiyordu. Felçli diliyle “Hayır! Hayır!” diye bağırıyordu. Elini tutarak ve onu okşayarak dedim ki:
– Ölüm seni acılardan kurtaracak.
Parmağı ile gökyüzünü işaret edip, dilini hareket ettirerek “Allah!” dedi.
Kendisini acılardan kurtaracak olanın Allah olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Beni anlaması için onu teşvik edercesine elimle saçlarını okşarken ona,
-Allah da ölmeni istiyor…
Günlerce işkence çekmekle şu anda ölmek arasında seçim yapma hakkı senin, dedim.Beni anladınız mı saygıdeğer mahkeme heyeti? Oysa ben o ana kadar onu öldürmeyi düşünmüyordum. Onu intihar etmeye teşvik ediyordum ve gerçekten ona açıkça,
– Halacığım kendini balkondan at da kurtul! dedim.
Dudakları titreyerek “Hayır! Hayır!” diye öfkeyle salladı başını.
– Bu işi yapman kendini ateşe atmandan daha iyidir.
Tekrar başını salladı ve bağırmaya çalıştı. Kolları ile yüzünü kapatmaya, beni geri itmeye uğraşıyordu. Bağırıp çağırmasına yardım eden bir güç doğdu onda sanki.
Bu bunak asla anlamıyor. Bu yaştaki yaşlılar ne kadar gayret gösterirsen göster ve onlara konuştuğun şeyler ne kadar makul olursa olsun sayın mahkeme heyeti, anlama kabiliyetini kaybediyor.
Artık sıkılmıştım. Aptallığından ve anlayışsızlığından sıkılmıştım, İsyan ettim. Süratle yastığı kaptım ve ağzını kapattım. “Ölmen gerekiyor halacığım! Senin için, benim için, nişanlım için ve bütün insanlar için!” diyerek yastığı bastırmaya başladım.
Cansız, kaskatı olmuş cesedini bıraktım. Hiçbir üzüntü duymuyordum. Odadan çıktım ve birlikte yaşadığı yaşlı hizmetçiyi çağırarak “Hanımefendin öldü” dedim. Hizmetçi de hiç rahatsız olmamıştı. Çünkü her an hanımefendisinin ölümünü bekliyordu. Halamın ağzını kapattı ve “Artık rahatladı” dedi. Onu tedavi eden doktoru çağırdık. Uzaktan halama baktı ve ölüm raporunu yazdı. O da halamın ölümünü bekliyordu. Başını sallayarak o da “Artık rahatladı” dedi. Sonra, nişanlımın evine gittim. Onlara halamın ölümünü müjdeledim. Bunun üzerine kaynatam, sevinç çığlığı attı. Nişanlım da gülümsedi ve bu gülümseyişi, gördüğüm en güzel gülümsemeydi. Gerisini biliyorsunuz değerli mahkeme heyeti. Soruş- turma dosyasında yazılı olduğu gibi, polisin beni yakalamadığını ve benden şüphelenmediğini, hiç kimsenin ölümünün doğal bir ölüm olduğundan kuşku duymadığını biliyorsunuz. Ne olduysa cenazeyi, yani halamın cenazesini defnettikten sonra oldu. Eve gittim ve kendimi odama hapsettim. Darağacını kurdum. Sonra altında oturdum ve kendimi hesaba çektim. Kendimi yargılamam, beraatim ile sonuçlanınca odamdan çıkıp polise teslim oldum ve her şeyi itiraf ettim. Beraatimden emin olarak her şeyi itiraf ettim. İş size kalmıştır sayın mahkeme heyeti. Ben de adaletinize güveniyorum. Fakat mahkemenin, kararını vermeden önce, kiralık bir daire araması yolundaki talebimde ısrar ediyorum.
*Bintu’s-Sultân (Sultanın Kızı), 1964, Kahire-Mısır, İhsan Abdulkuddüs
**Mısır’da yerel para birimi
*** Kahire’de bir mahalle
Karıncafil Öykü Dergisi Sayı: 3 Sayfa : 7