Röportaj
Elif Nur Aybaş – Çocukluk Ormanına Altı Olta
1: Hemen kitabın ismiyle başlamak istiyorum. Öykücüler genellikle kitaplarına isim verirken ya bir öyküsünün adını yahut bir öykü içerisinde geçen bir kelimeden, bir cümle seçmektedirler. Oysaki kitabınıza verdiğiniz isim öykülerinizde geçmemekte. Umberto Eco’ nun ‘’Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti ‘’ kitabıyla benzer bir isme sahip. ’Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti kitabını okumuş muydunuz veya bu ismi seçmeniz bilinçli bir tercih miydi?
Elif Nur Aybaş: Öncelikle düşünülmüş sorularınız ve sayfalarınızda bana ayırdığınız yer için teşekkür ederim. Umberto Eco’nun “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti” başlığı altında topladığı denemelerinden tabii haberdardım ama okumamıştım. Hatta; siz burada hatırlatmasaydınız bu benzerliğin farkına muhtemelen varmazdım. Orman imgesinin çocukluğu, olta metaforunun ise bu öyküleri yazmakla giriştiğim eylemi betimlemekteki maharetinden ötürü kitap bu ismi aldı. Gerçi yarışmaya beş öykülü bir dosya ile başvurmuştum ve ismi de “Çocukluk Ormanına Beş Olta” idi. Son öykü dosyanın basılacağı kesinleştikten sonra eklendi. İmgesel dünyalarımızdaki bu örtüşmeyi, dış dünyaya ilişkin biricik, çok öznel gibi görünen duyumsamalarımızın aslında ne denli kamusal birer tecrübe olduğunun göstergesi kabul ediyorum.
2 : ‘’Çocukluk Ormanına Altı Olta’’ toplam altı öyküden oluşmakta ve kitabın kapağındaki kabarık tüylerden oluşmuş altı adet kuş figürü göze çarpmakta. Öykülerinizdeki karakterlerin iç dünyalarını, duygu ve düşüncelerinde çözümlemeler yaparak bireyin iç dünyasında, yalnızlık, sıkıntı gibi bireysel sorgulamaları ve hayatta var olma mücadelesi bana Zümrüdü Anka Kuşu sembolünü anımsattı. Kapağı siz mi seçtiniz?
Elif Nur Aybaş: Kapağı editörüm Mehmet Erte seçti. Doğrusunu isterseniz, başlangıçta kısa bir tereddüt de yaşadım görseliyle ilgili ama sonuçta kitabı o noktada editörüme teslim etmekte karar kıldım. Çünkü; bu kapak aslında bir bakıma yazdıklarıma dair aldığım ilk geri dönüştü. Demek ki öykülerimin ilk okurlarının imgesel evrenlerindeki karşılığı buydu. Şayet, öykülerimi kamuya açmaya karar verdiysem, onların bana karşı belli bir mesafe kazanmasını da kabul etmiş oluyordum. Yazdıklarımla öznel bağıma dair ilk kırılmanın güvendiğim bir editör aracılığıyla olması çok makuldü. Yani; o dönem böyle düşünmüştüm, hâlâ da benzer düşünüyorum, dolayısıyla kapağın çağrışımları ile ilgili yorum yapmaktan kaçınacağım izninizle.
3: Kitabınız altı öyküden oluşmakta. Öykülerinizde genel olarak çocuk ve ev teması yer almakta. Çocuk metaforu üzerinden gerçek hayattan dokunuşlar ya da gerçek hayatın ta kendisini anlatmaktasınız. Yalnız ‘’El Falı’’ öyküsünde Cemile Hala kısmen çocuk temasının dışına, ‘’Denizci’’ öyküsüde ev teması. Oysa kitabınızın ismi, kitaptaki öykü sayısının altı olması ve ilk öykü olan Öfke öyküsünde ‘’Bir torba kömür altı lira’’ geçmekte. Birde öyküleriniz farklı tarihlerde yazılmış. Öykü dosyanızı oluştururken tek bir tema ekseninde mi oluşturmak istediniz?
Elif Nur Aybaş: Dürüst olmak gerekirse, kurmaca yazmak konusunda pek çalışkan değilim. Yani; hayatla birincil ilişki biçimim bu olmadı şimdiye kadar pek. O yüzden de dosyamı hazırlarken elimde sahiden çok az materyal vardı ve neredeyse bugüne kadar yazdığım ve öykü formunda sunulabilecek her şeyi, ortak tema gözetmek ya da gözetmemek gibi bir kaygı güdemeden, toparlayıp bir araya getirdim. Yine de öykülerin tümünün öyle ya da böyle çocuklukla uğraştığı açık. “El Falı“ öyküsü için de böyle bu bence: Cemile halanın çocuksuzluğu ve çocuksuluğu da pekala bu temaya dahil edilebilir. En nihayetinde yazma tecrübesinin kendisi de bir serüven, onun da kendine ait bir hikayesi var ve dönem dönem gerek temaya gerek biçime dair bazı eğilimler öne çıkabilir. Bir dönem ilhamınızı öznel materyalden alabilirsiniz, başka bir dönem ise basitçe merak nesneniz itici gücünüz olabilir. Kısacası, ben bilinçli olarak dosyamı ortak bir tema çevresinde oluşturmayı seçmedim ama hayatımın o döneminde kurmaca yazma tecrübemin bilinçdışı belli bir tema çevresinde öyküler üretti denilebilir sanırım.
4 : Genel olarak ’’Çocukluk Ormanına Altı Olta’’ isimli kitabınızdaki öykülerinizde karakterler erkek dahi olsalar yoğun bir kadın ruhuyla ele alınmışlar hissi uyandırıyor. Öykülerinizde kadını konumlandırmakla edebiyattaki kadın estetiğiniz gözler önüne sermektesiniz. Fakat toplumda oluşan bir algı var. Kadın yazarlar genelde hep kadın öyküleri yazıyor algısı. Kadın yazar olarak sadece kadın öyküleri yazdığınızı düşünüyor musunuz?
Elif Nur Aybaş: Elbet her yazarın yazma tecrübesi özgün, yine de bu yola öznel materyalle çıkmak en yaygın başlangıçlardan biri. Bu öznellik, yabancılaşma, ötekileştirilme, aileye ya da köklere ilişkin bir kazı veya bambaşka bir itki olabilir. Manzaraya buradan bakınca kadın yazarların kadın öyküleri yazması kadar doğal bir şey göremiyorum ben ve bundan kendimi azade tutmam için de bir sebep yok. Kurmacaya ilişkin bu basit iç görüyü içselleştirmiş biri için, kadınların salt kadın öyküleri yazdığı biçimindeki biraz istihza ve belki biraz da hor görü barındıran genel geçer bir yargı ancak çiğlik olabilir. Burada uzlaştıktan sonra bir adım daha atmak gerekiyor. Her nereden başlıyor olursanız olun o ilk noktadan ne kadar uzaklaşabildiğiniz, size yabancı topraklarda ne denli güvenli yürüyebildiğiniz önemli bir ustalık göstergesi bana kalırsa. Dolayısıyla, benim için, kadın öykülerinin yanına başkalarını koyabilmek, farklı hikayeleri kesiştirebilmek, sözgelimi bir erkeğin sesini, dilini üretebilmek dahası bunları özgün detaylarla donatabilmek geçerli ve önemli ölçütler yazma becerisi açısından. İbreyi kendime çevirirsem kadınlardan ziyade kız çocuklarının hikayelerini yazdığımı söylerdim. Yine de kitabın yayınlanışının üzerinden neredeyse üç ve ilk öykülerin yazılışından beri belki on yıl geçtiğini hatırlamakta fayda var; bu yüzden yazın karakterimle ilgili genel bir yargıya varmadan kendimi biraz daha izlemeyi tercih ediyorum ve son bir şey daha: Ayfer Tunç’un “Osman“ romanı, bir erkeğin ağzından yazılmış beş yüz küsur sayfalık bir metin olarak tek başına kadın yazarların kadın diliyle, kadın öyküleri yazdığı şeklindeki beylik yargıya karşı çok güçlü bir direnç noktası. Bu gözle edebiyatımıza bakan birinin en az bu kadar güçlü başka örnekler bulacağından da eminim.
5: Öykülerinizde her bir bölüm içerisinde dar bir yelpazeden köy evlerinde, kenar mahalle gecekondularında çocukluğumuzda korktuğumuz halk masallarındaki cin, peri, dev gerçek üstü yaratıklara eserlere yer vererek anlatım tekniğini zenginleştiriyor ve masalsı bu zenginlik içerisinde okuyucunun metne farklı bakmasını sağlıyorsunuz. Geçmişte ve günümüzde hala varlıkları kabul edilen Cin, peri dev gibi varlıklar öykücülüğünde nasıl bir etkisi oldu.?
Elif Nur Aybaş: Öykülerimdeki gerçek üstü ögelerle ilgili ufak tefek eleştiriler aldım o yüzden burada bu konuda biraz mülahaza edebileceğim için memnunum. Bin yıllardır mitolojik varlıklar veya Doğa üstü yaratıklar farklı formlardaki anlatıların birer ögesi ve kültürel incelemelerin en verimli araştırma nesnelerinden. Dahası bugün insan olmayan(Non-Human) ögelere dair soruşturmalar antropoloji ve Etnografi içinde de önemli yer işgal ediyor. Benim öykülerimde de cinler çokça anılıyor biliyorsunuz, Özlem Biner’in Mardin’deki Ermenilere ve define avcılığına odaklandığı bir Etnografisi var örneğin, burada defin alanlarının cinler tarafından tutulduğu inancının ve bu korkunun nasıl bir çeşit tarihsellik duyusunu ikame etmiş olabileceğini tartışıyor yazar. Böyle şeyler benim için çok büyüleyici gerçekten. Daha spesifik olmak gerekirse, hayatın henüz çok dehşetli, deneyimlenmemiş, belirsiz olduğu, korkularla kaygıların kaynaklarının teşhis edilip isimlendirilemediği çocukluk döneminde bu tür doğa üstü varlıkların sembolik bakımdan çok yüklü olduğunu söylemek sıra dışı bir fikir değildir sanırım. Yazarken tabii her şeyin önden belirlendiği bir şemayı izlemedim, hatta doğa üstü figürlerin öykülerimde çok görünür bir yer tuttuğunu da sonradan fark ettim. Ama bu Sembolisizmin, ardındaki toplumsallığı düşündürmeye teşvik ettiği sürece, çok zenginleştirici olduğuna inanıyorum. Cinlerden duyulan korku gerçekte ne tür bir korkuyu ikame etmiş ya da şeytanilik yakıştırması nasıl bir kötücüllüğü betimlemiş olabilir? Geri dönüp baktığımda bunların öykülerimle ilişkilenmek için güzel sorular olduğunu düşünüyorum.
6 : 2021 yılı Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görüldünüz. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldunuz. Yükseköğrenimini Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler üzerine yapıyorsun. Halen aynı üniversitede sosyoloji yüksek lisans programına devam ediyorsunuz. Öykülerinizde edebi ve estetik değeri yüksek metinlerle sosyolojik çözümlemeler yapmaktasınız. Edebiyatınızdaki sosyolojik etki belirgin olarak göze çarpmakta. Muzaffer İzgü, Aziz Nesin gibi bürokrasi-halk çelişkisini esas alan bir yapı içerisinde edebi eserlerinizde siyasal muhalefet aracı olarak hiciv tarzı öyküler yazmayı düşündünüz mü?
Elif Nur Aybaş: Beni uzun bir süre meşgul eden bir konu olduğu için sorunuzun ilk bölümüyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum öncelikle. Dediğiniz gibi sosyal bilimler öğrencisiydim ve tabii kişisel eğilimlerimle de beraber kurmaca dışı metinlerle kurmacaya kıyasla daha yoğun ilişkilerim oldu hem yazmak hem de okumak anlamında uzun zaman. Tekrar kurmacaya dönmek istediğimde bu ikisini organik şekilde bir araya getirebilmek, biriyle ilişki kurarken öbürüne doğru bir sınır ihlali yapmamak kaygıları üzerimde stres yarattı. Bugün disiplinlerarasılık ifadesi biliyorsunuz epey revaçta ama benim açımdan disiplinlerin kendi yordamlarına, birikimlerine belli bir düzeyde sadakat gösterebilmek önemli. Bunu bir çeşit öz terbiye olarak görüyorum. Kurmaca bir metin yazarken sosyolojik veriyi, politik motivasyonu edebiyatın inceltilmiş dokunuşundan geçirebilmenin kaygısını duydum hep. Marksizmin terminolojisiyle konuşmak gerekirse politik, ideolojik ve kültürel alanlar arasındaki ilişki çapraşık ve tekil örneklere kolaylıkla uygulanabilir, genelgeçer bir betimi yok. O yüzden yazdıklarımın sosyolojik yükü ve estetik değerine ilişkin söyledikleriniz beni mutlu etti. Bir siyasi muhalefet aracı olarak hiciv konusuna gelirsek de: yaşım ilerledikçe mizahın hayatımdaki yeri genişliyor, kendimi bu alanda daha rahat ve becerikli hissetmeye başlıyorum. Kesinlikle duygusal dünyam birkaç yıl önce yayımlanmış öykülerimden çok daha dışa dönük ve asla o kadar hüzünlü değil. “Değirmen” gibi bir şaheser yazmak fikri heyecanlı bir düşünce. Ama politik ve edebi olan arasındaki ilişki hala çapraşık ve bir ölçüde tedirgin edici benim için.
7 : Son sorum her röportajın olmazsa olmazı. Klasik sorum. Son olarak ne söylemek istersiniz? Cevaplarınız için şimdiden teşekkürler…
Elif Nur Aybaş: Henüz birkaç sayı yayınladığınızı görüyorum. Yine de yayın hayatı içindeki karakteristik, sağlam bir damarı yakalayabileceğinizi sezdiriyorsunuz. Tanıştığımıza memnun oldum ve yolunuzda başarılar.
Adnan Altundağ