Connect with us

Öykü

Ceren Talay – Mutluluk Belası

Saatlerdir masanın başındaydı. Bilgisayar tuşuna defalarca yaptığı gibi uzun uzun basarak yazdığı cümleyi, sıkıntısını odada var olmaya başlamış umutsuzluk bulutlarına katan bir nefesi dudaklarından serbest bırakarak sildi.

Aklında olan konu, içinde yaşadığı heyecanın dışa vurumu gibi sayfasına gölge olmaktan fazlasını arzularken mantığının sesi onu bundan alıkoyuyordu. Sakince geriye yaslandı ve ellerini bir süre tuşlardan uzaklaştırdı. İçinde bir öfke vardı bu kararsızlık noktasında tıkanıp kalmasına neden olan herkese ve her şeye karşı. Öylesine ikiyüzlü davranıyorlardı ki… Gözleri yazdığı paragrafa ilişirken ister istemez gülümsedi. Karakterleri şimdi bir çiftliğe at binmek üzere gelmiş, birlikte keyifli bir anın kollarına kendilerini bırakmak için senaristin kalbinden geçen sözcüklerin konuşmalarını tamamlamasını bekliyorlardı. Senarist küçümseyici bir gülüşü dudaklarına yerleştirerek gözlerini ekrandan karşısındaki kirli duvara kaydırdı. Boyası hayli eskimişti tıpkı herkesten dinlediği mutluluk zırvası gibi. “Sahtekarlar!” diye söylendi sanki onu anlayanlar olarak gördüğü karakterlere iğneleyici ses tonunu duyurmak ister gibi. Tüm bu keyif zırvasına uzaktan bir hayal gibi bakmanın daha romantik olduğu gerçeği canını sıkıyordu artık. Madem orada duran bir mutluluk vardı… Zihni bu ikilemi algılayamıyordu. En arzu edilen o masalsı duygu aslında koca bir hiçten ibaret oluyordu hakikat içinde kendine yer bulunca. Yazdığı kadın karakterin sesi güzeldi ve bir sonraki sahnede sevgilisi dizine uzanmışken romantik bir şarkı mırıldanacaktı. Kadife sesinden çıkan yumuşacık ve neşeli şarkı ikisinin şarkısı olacaktı. Kalbinden geçenleri yazamıyordu genç senarist. Bu çift için mutlu yazdığı her anının kendi kalemi için bir silgi görevi üstleneceğini biliyordu çünkü. Kadın hüzünlü bir şarkı söylemeli, imkansızlıklar minvalinde ağlamaklı cümlelerini de eklemeliydi ince sesine ve bu buluşmanın sonunda ardında yalvaran bir sevgili bırakarak yaşlı gözleriyle ayrılmalıydı. Yazar oydu ve hikayeyi istediği şekilde parmakları altında türlü kalıplara sokabilirdi. Ancak biliyordu ki kalbinden geçen ve zaten herkesin arzuladığı o mutluluğu yazarsa eseri öylesine bir yığının içinde öylesine bir senaryo olarak kalacaktı. Nitekim işin komik yanı da burada başlıyordu. Senaryosunu en büyük hüzünlerle yamayıp gözyaşları ile yıkarsa ilk başta eserine bakmayan kimseler bu defa gördükleri sahneler sonunda “Neden mutlu olamadılar ki?” iye hayıflanacaklar ve yine hayatlarında daima bir hedef olarak erişmeye çalıştıkları duyguyu Kaf Dağına koyacaklardı erişilmez oluşu ile bir kez daha üzülerek.Bu üzüntü ve keder öylesine anlamsız geliyordu genç yazar için. Erişilmez olması mutluluk için hayal dahi edilemeyecek bir pahaya sahipken, güneşi “müthiş zorlu” hayatlarına yine de merhamet ettiği için doğduğunu sananların aksine daima olması gereken yerde ve döngüde duran, parlak ışıklarını mutlulukları için yollarına bir aydınlatıcı gibi kullanıp yaptıklarından ve yapabileceklerinden memnun olanlar gözlerinde hiçbir değere layık değildi. Kimse mutlu insanları umursamazdı.

Şimdi cümleleri de tüm bu bilince ters olarak hareket edecek olsa tıpkı unutulmuş ve hatta adı dahi kalmamış insanların arasına girecekti. Sanki bir duygudan ziyade hayal olarak kalması gerekiyordu. Öyle bir öğretiydi ki bu yaşanması değil yalnızca tüm acımasızlıklara karşın imrenilse de öylece kişiye en uzak yerde kalması gerekiyordu.

Sinirlendiğini hissediyordu. Yazarken açtığı müzik listesindeki şarkı değişmişti. Hüzünlü bir keman için titretirken tüm o anlamsızlığın içinde ta doğduğu andan itibaren ona da bir koltuk ayrıldığını biliyordu. Az önce çalan neşeli şarkı da içini kıpır kıpır etmişti ama etkisi şimdiki kadar kalbinde yer edinmemişti.

İşte tüm bundan nefret ediyordu senarist, gözleri dolduran bir şarkı daha çok hürmet görüyor, bir insanın kalbinde daha sağlam yer ediniyordu. Halbuki sonsuz edilen duaların en büyük zikri dahi mutluluk ve huzur üzerine değil miydi? En istenmeyen hüzün sanki gizlice o kalplerdeki en baş köşede yerini alıyordu da yaratıcı da insanların niyetlerini veriyordu. Diğer yandan bu arzu içten içe öylesine istenmezdi ki mutlu kimse görüldüğünde dikkate değer dahi bulunmazdı. Hayat yalnızca üzülenler için akıp geçiyor ve daima öğretiyor gibi davranılırdı. Halbuki sorulması gereken huzura ulaşmak adına yapılması gerekenler değil miydi? Amaç vardı ama insanlar ulaşamamak için her türlü çabayı gösteriyordu ve belki de birini mutlu diye yaftalamak en büyük hakaretlerden biriydi.

Acı çekmek, ayrılmak… Hayırlısı denerek bağıra basılan hüznü bir rahatlığın takip etmesi gerekmez miydi? “Belki de…” diye düşündü kaşları çatık halde gözlerini duvara kenetlemiş senarist. Belki de hüzün bulmak çok daha kolaydı. Gözlerini açtığı bu tatlı nisan sabahı için şükredip doğan güneşle birlikte ona verilmiş bu yeni günde kendini dünden bir adım ötesine taşıyabileceği heyecanıyla mutlu hissederek kalkmıştı yatağından. Halbuki… Halbuki yolladığı sinopsislerden alamadığı yanıtlar için üzülüp artık çaba göstermek istemediğine kendi ikna etmesi de zor olmazdı. Belki de tüm sorun insanların yapabileceklerine ve hali hazırda sahip olduklarına kör olup içlerinde bir yol tarifiyle dahi bulamayacakları mutluluğun adresini ellerinden gidene ya da zaten hiç sahip olamadıklarında ve olamayacaklarında görmeleriydi. Ne düşüneceğini bilmiyordu. En sevilen o kitaplar gözlerden yaşların aktığı idi ve yine en sevilen o şiirler şairin aşk acısından, yalnızlığından ilham kopan fırtınaların getirdiği solgun ve acınası cümlelerden oluşuyordu. Halbuki tüm bu kasvet ve sonbahar sıcacık tebessümün merhametine kavuşmak için yanıp tutuşuyordu diğer yandan. Şair sevgilisine kavuşmak için çırpınıyor, kitabın fakir karakteri ise bir parça ekmek uğruna onca eziyete katlanıyordu.

İşte, dedi koca labirentte yine başladığı noktaya döndüğünü bilen genç. İşte, mutluluk yine sadece bir hedef olarak kaldı halbuki insanın kalbinden akan sıcacık duygular hayatlarının ateşini yakan olmalıydı.

“Neden” ile başlayan cümleler kafasını karıştırıyordu saatlerdir. Kelimeler onunla satranç oynar gibi satırlarda bir görünüp bir kayboluyordu tüm bu karmaşa yüzünden. Bir hevesle başladığı senaryo tüm bu acı köleliği uğruna unutulup gitsin istemiyordu.

Belki de kıymetli olan ne mutluluktu ne de hüzün… Herkes yalnızca çabaladığı hayatı için hürmet görmek istiyor ve mutluluk bu hürmeti gölgeleyecek bir kolaylık gibi orada dururken bu sonsuz çabalarında yanlarında dost olarak kalplerini sıkıştıracak bir duyguyu bulundurmanın daha anlatılmaya layık bir yolculuk olduğunu düşünüyordu. Derin bir nefes verdi. Bilgisayarı ekranındaki son cümleleri kaydedip o günlük yazma işine ara verirken gözlerini devirdi. Belki de yalnızca acı çekmeyi sevecek kadar kendilerinden nefret ediyorlardı.

Karıncafil Öykü Dergisi Sayı 3 Sayfa 26

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir