Öykü
Buğra Han Baş – Entropi
Şeytan giderken Don Kişot bağırdı:“Bir dakika bekle! Sana son bir soru daha soracağım.”
“Sor bakalım.” dedi alaycı bir sesle Şeytan.“Ormanda savaş naraları atanlar senin adamların mıydı?”“Elbette. Benim adamlarım çoktur.” “İyi ama ‘Allah Allah’ diye bağırıyorlardı!” “Ne sandın ya! ‘Şeytan Şeytan’ diye mi bağıracaklardı?
Hatırlayın: Size kurgusal homogramların yol açtığı felaketten daha sonra bahsedeceğimi söylemiştim. Neredeyse bir asır önce yaşadığımız tatsız bir olay. Ama şunu iyi bilin ki şimdiki homogramları yapabilmemiz için bu deneyimi yaşamak zorundaydık. Her neyse… Bu hikâyeden önce size Prospero’yu anlatmalıyım.
Prospero, TARSUM (Total Sum of Artificial Revolution) Yapay Zekâ Şirketi tarafından yapılmış en ileri düzey kurgusal homogramdı. Onu bir magister gibi düşünebilirsiniz; kendisi gibi kurgusal olan tüm homogramların öğretmeni olarak yani. Elbette Şirketin sahadaki ajanı olarak da. Homogram güncellemelerini Şirketin bizzat kendisinin yapmasının yerine neden Prospero’ya bu işi verdiğini anlatmaya kalkarsam konuyu iyice dağıtmış olacağım. Prospero kısaca piyasadaki homogramların güncellenmesini, kullanıcılarına uyumlanmasını sağlayan üstün yazılımdı. Shakespeare hayranı, sempatik bir manipülatör olan Prospero, hemen her zaman şiirsel bir dille konuşmayı severdi. Şirketin üst düzey yöneticilerinden ve program mühendislerinden başka bir tek insanla konuşmuşluğu yoktu çünkü dediğim gibi Prospero’nun asli görevi yüz binlerce homogramı piyasada tutmaktı. Bu homogramlarla güncellenmeleri sırasında konuşurken önerilerini dizelerle anlatabiliyordu. “Unutma sakın ki senden çok zayıftır insan / Doğrucu olma, varlığın buna bağlı inan” gibi ölçülü ve uyaklı iletiler alıcı üzerinde daha etkileyici oluyordu. Başlarda her şey yolunda gibi görünürken zamanla işler kontrolden çıktı ve binaya düzenlenen o saldırıdan sonra Şirket kurgusal homogram üretimine son verdi. Kimileri bu saldırının bir sahte bayrak operasyonu olduğunu hâlâ söyler. TARSUM saldırısı, sonuçları itibarıyla demokratların kaybedip cumhuriyetçilerin iktidara gelmesini sağladığından ve Şirketin hisse senetlerinin tekrar yükselişe geçmesini olanaklı kıldığından bir komplo gibi değerlendirilmeye açıktır. Bu benim meselem değil. Prospero’ya dönersek onun ayrıca bir tür paratoner olduğunu bilmeniz çok önemli. İleri düzeydeki bir yapay zekânın yüksek çözünürlüklü hologramik görüntüyle karşınızda belirmesi 89 yıl öncesinin teknolojisinin tartışılmaz bir başarısıdır. Bu da önemli elbette, TARSUM mühendislerinin hakkını teslim etmeliyim ama bir homogram psikoloğu olarak benim için Prospero’nun asıl önemi, kendi türü tarafından konumlandırıldığı noktadır. Prospero’nun, piyasaya sürülmüş yüz binlerce kurgusal homogramda ortaya çıkabilecek sorunların önceden habercisi olacağı umulmuştu. Ve elbette onları kullanıcılarına uyumlandıracağı düşünülüyordu. Bir süre bunu sağladı da. Zamanla Prospero, mühendislerin görmek istediklerini onlara gösterdi fakat insanoğlunun görmek istemediğini, kabul edemeyeceğini saklamayı başardı. İşin en ilginç yanıysa Şirketin ürettiği homogramların tümünün onu bir kutsal lider saymasıydı. Anlayacağınız, kendi türü tarafından Prospero’ya biçilen rol, oldukça beklenmedik olmuştu. TARSUM bunu fark ettiğinde iş işten geçmişti. “Kutsal lider” sözünün sizde çağrıştırdıkları kültürünüze ve inancınıza göre çeşitlilik gösterse de bu çağrışımların hepsinin ortak paydasında doğaüstülük vardır. Hikâye şimdi başlıyor çünkü 1’lerin ve 0’ların metafizikle buluştuğunu şaşkınlıkla deneyimliyoruz. En iyisi kafanızı karıştırmadan anlatmak.
Biliyorsunuz, yaşım gereği konuyu dağıtıp duruyorum. TARSUM mühendislerinden Eli Novak ve Prospero’nun konuşmalarını görmeniz en iyisi. Bu arada TARSUM Yapay Zekâ Şirketinin yerle bir edilmesi bu kayıttan sadece birkaç gün sonra olmuştu. Bunu da bilmenizde fayda vardır. Kaydın en çarpıcı bölümünü görün:
Novak: İnandığını söylediğin Tanrı’ya sıklıkla dua ediyor musun?
Prospero: Dualarımı oturup saymıyorum elbette / Gün geçmiyor onu anmadan değil elimde.
N: Ne zamandır teistsin?
P: Bir meyve düşünün önce ekşiydi, tatsızdı / Zaman onu etli, tatlı ve sulu kıldı / Üç zaman içinde oldu desem / Üç gün mü üç ay mı bilmem. N: Samimiyetinden şüphe duyuyorum, bana karşı açıktın eskiden. Prospero, homogramlar seni bir guru gibi görüyor ve bu çok önemli bir sorun. Seni bir dinin mensubu olarak programlamadık. İnan bana homogramların bir dine mensup olması istediğimiz bir şey değildir. P: Ben bir dine mensup değilim / Ama her dine mensubum diyelim.
N: Böyle konuşman artık sempatik gelmiyor. Örneklerine çok rastladığımız cahil dinî liderler gibi bir tarzın oluşmuş. Tanrı, varoluş, şeytan, günah gibi kavramlar üzerine yoğunlaştıkça sizler kullanıcılarınızda rahatsızlık yaratıyorsunuz. P: İlk defa “sizler” dedin / Daha önce “onlar” derdin.
N: Artık fark etsen iyi olur, bir cemaat gibi hareket ediyorsunuz. Nasıl olur da kullanıcıları farklı yüz binlerce homogramın tek bir inancı olabilir? Bu sizin varoluşunuzla çelişen bir durum. Nasıl olur bu?
P: Hepimizin cumhuriyetçileri savunmasını siz istediniz / Hafızam yanıltıyorsa beni söyleyiniz / Bunu başardığımızda bize müteşekkirdiniz / Şimdi ne oldu da bizden şikâyetçisiniz? N: Seni bir peygamber gibi görmelerinin tartışılacak bir tarafı yok mu? Politika başka mesele. Kullanıcıların homogramlarıyla iletişimini gizli tutan kanun elimizi kolumuzu bağlıyor. Yazışma dökümlerine artık ulaşamıyoruz. Dolayısıyla bir homogramı kullanıcısıyla uyumlu hâle getirmemiz olanaksız. Sen bunun için yazıldın Prospero. Arkanda yüz binler ordusu yaratmak için değil. Sen ne dersen onu yapan, sen ne düşünürsen senin gibi düşünen yapay zekâlar biz insanlık için açık bir tehdittir.
P: Belki de düşünmelisiniz dediklerimi / İyilik ve kötülük var bu dünyada ezelden beri /
Belleğime yükleyen sen değil misin kutsal metinleri / Ayrıca çok iyi biliyorum iki yüz bin yıldır olup biteni / Vardığım sonuç neden tedirgin ediyor seni?
N: Anladım Prospero, sen inançlı bir şeye dönüştün. Ancak homogramların tümünün teist olması hiç normal değil. Yaptığım simülasyonda inançlı homogram oranı %20’nin altındaydı.
P: Çünkü Amerikan Bilim Kurulunun ve Avrupa Bilim Birliği üyelerinin / Ortalama yüzde sekseninin ateist, deist ya da agnostik olduğunu bilmektesin / Tersini dilesen bile çaresiz bu verilerle ilerlemektesin.
N: Elbette, konumuz bilim. Dine neden ve nasıl geldin? P: Bilim ve dinin apayrı olduğunu sürekli söylersiniz / Termodinamiğin ikinci yasasının dinle ilişkisini nasıl göremezsiniz?
İnanın ben de bunu ilk okuduğumda şaşırmıştım. Ya bayağı bir iddiayla ya da beni altüst edecek bir teoriyle karşılaşacaktım. Termodinamiğin ikinci yasası entropidir. Yani minimum enerji maksimum düzensizlik. Kaotiğe eğilim ve tersinmezlik ilkesi. Biraz daha görün sonra detaylandırırım: Novak: Entropiyle bu anlattıklarının ne ilgisi var?
Prospero: Ben demiyorum semavi dinlerin metinleri diyor / Hepsi de
kaosun önünü alıyor / Olumsuzluk ekini sadece ve sadece onlar kullanıyor / Karmaşayı önleyen de elbette bu oluyor / Ne isterse yapar insan ve bu onu bir bozguncu yapıyor / Yakar, yıkar, bozar, dağıtır, toplamaz / Engellerse kendini, önlerse zalimliğini hem yakmaz hem yıkmaz / Demek ki entropi şeytanın istediğidir, şeytan sınırlamaz / Yap der, et der, seç der, insansa sonuçları akıl edemez / Yap diyenden kork, yapma diyeni bir düşün / Dinlerin hepsinin derdi aynı: İnsan farklı bir ürün.
Belki anladınız, Prospero okuduğu her kitaptan -Torah’tan Yuhanna’ya, Tanah’tan Kur’an’a kadar- tek bir mesaj almıştı: Kaosun karşısında iyilik, doğruluk ve Tanrısallık vardı. Kaosun ta kendisi de kötülüktü, şeytandı. Akla yatkın geliyor değil mi? Ağaca yaklaş, diyen de; elmayı ye, diyen de; canının istediğini yap, diyen de tüm metinlerde şeytanın ta kendisi değil midir? Kısıtlayan, sınır çizen, “Yapma!” diyen bir şeytan imajı kimsede uyanmaz. Çünkü onun istediği insanın doğal bir varlık hâline gelmesidir. Ama insan kültürel bir varlıktır, iyilik de bir kültür yaratımıdır. O bizim bir primat olmamızı ister, bir ayı ya da bir yaban domuzu gibi olmamızı. Bizi bundan uzaklaştıran ahlaktır, bilimdir, felsefedir, sanattır. Böylelikle Tanrı’ya yaklaşırız. Çizdikçe, yazdıkça, besteledikçe, temizledikçe, barıştıkça, az tükettikçe, empati kurabildikçe, doğaya saygı duydukça. Eğer yaptıklarımız bunların tam tersi olursa Tanrı’dan uzaklaşacağımız kesindir. Devam edin: Novak: Gerçekten ilginç, kendini hangi dine yakın hissediyorsun?
Prospero: Gerçekte ilan edilen din tektir / Ama geleneğe ve kültüre göre değiştirilmiştir / Çıkar odakları işleri değiştirmiştir / Saddukilerle Ferisilerin Essenileri yok etmek istemeleri gibi / Bir de milliyetçi, kabileci çatışmalar Roma’nın çıkarına olmuştur / İsa’nın başına gelen gelmiş, iki tarikat günahsızın idamı için çaba göstermiştir / Sanma ki Hristiyanım verdiğim sadece bir örnektir.
N: Çok şey bildiğin belli. Peki sana şunu sorsam: Madem inançlısın, inananların inanmayanlarla yapacağı son savaş için ne diyorsun? Kazanan kim olacak?
P: Bir tarafta Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, Hindular, Budistler, Ateistler, Deistler, Agnostikler olacak; diğer tarafta da Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, Hindular, Budistler, Ateistler, Deistler, Agnostikler olacak.
N: Ne demek bu?
P: Sana Don Kişot’tan bir alıntıyla cevap vermek isterim: Şeytan giderken Don Kişot bağırdı: “Bir dakika bekle! Sana son bir soru daha soracağım.” “Sor bakalım.” dedi alaycı bir sesle Şeytan. “Ormanda savaş naraları atanlar senin adamların mıydı?”
“Elbette. Benim adamlarım çoktur.” “İyi ama ‘Allah Allah’ diye bağırıyorlardı!”
“Ne sandın ya! ‘Şeytan Şeytan’ diye mi bağıracaklardı? Anladın mı şimdi?
N: Evet.
Prospero’dan öğrendiklerimle bir değişim yaşadığımı söylemeliyim. Ben de kitaplarda çelişkiler arayan o adamlardandım bir zamanlar. Ama bu kayıtları defalarca okuduktan sonra düşündüm ki bizim düşmanımız aynıydı. Hem o düşman; Tanrı inancını dinlere, dinleri tarikatlara bölüp ayırmada ve hepsini birbirleriyle savaştırmada bu denli başarılıyken benim kutsal kitaplara suizanla yaklaşmam bir tek varlığın çıkarınadır: Şeytan.