Öykü
A.Kadir Taş – Tütün Tabakası
Bin dokuz yüz seksen altı. Toprağa, ağaç kovuklarına, serçe ve kuş yuvalarına, duvarlara, evlerin avlularına, bilahare kapı ile pencerelerine, genç ve yaşlıların yüreklerine düşen sapsarı korku, bot seslerinin sokaklar ile caddelerden çekilmesiyle beraber azalmaya başlamıştı. Üniformanın yarattığı korku gözleri istila etmekten imtina etmişti artık. Ağzı var dili yok olan öfke ise darağacına çekilmiş bir gölgeyi andırıyordu.
Etraf; çağla, badem, dut, kavun; salçalı, şekerli ve yağlı ekmek kokmaya başlamıştı yeniden. Derme çatma evlerin banyolarından yeşil sabun kokusuyla birlikte çocuk sesleri geliyordu. Bu kokulara mayalanmayı bekleyen yoğurt; kümes ve ahırlardan gelen keskin zibil kokularını da eklemem gerekiyordu sanırım. Yaşamın muhteşem renkleri gökyüzünün o ince ve zarif ellerinden geri dönmüştü sanki. Ayçiçeği tarlalarında çeşitli çiçek motifleri ile bezenmiş şalvarlarıyla tonton nineler dolanmaya başlamışken, sabahın erken saatlerinde kaba bir öksürüğü andıran traktör sesleri de bir uyanışın müjdeleyicisi, habercisiydi. Otlar, çiçekler, böcekler ve karıncalar bu bahsedilen tabloya farklı bir renk katıyorlardı. Şimdilik ortalıkta köyün delisi Ziya ile şavalak köpeği Paşa görünmüyordu.
Bu manzara içerisinde evimizden çok uzak olan otlakta koyunlara çobanlık yapıp beklerken hayaller kuruyordum. Koyunları önce traktöre benzetiyordum. Kocaman bir metal yığını olarak görüyordum onları. Nefes almadıklarını, ot, saman ve arpa yemediklerini, sağa sola koşmadıklarını düşlüyordum .. İşim bayağı kolaylaşıyordu böylece. Sonra uzaktan gördüğüm traktörü koyunlara benzetiyordum Çok yorulduklarını, istop etmeye ya da durup kendilerini ağır bir hışımla toprağa bırakmalarını hayal ediyordum. Hele traktörün melediğini gözlerimin önüne getirince, bozuk bir motor sesinin kulaklarımın çevresini irkiltici bir şekilde yalayıp geçtiğini duyumsuyordum. O zaman kendi kendime gülmeye başlıyordum. Annem şimdi beni kendi kendime gülerken görse kesin delirdiğimi düşünürdü. Olsun bence böyle bir delirmek bazen de olsa güzel bir duyguydu. Farklı bir delirmekten hakikaten mutluydum. Ama hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmuyordu tabi. Devasa traktör derinden yorgun argın öksürerek ayakta duruyordu halen. Bu durum bana hayaller kurarken inanılmaz geliyordu. Koyunlar ise hiç doymayacaklarmış gibi otlanmaya devam ediyorlardı.
Hiç fark etmez, gerçekleşmese ihtimali olmasa da ben düşler kurmaya devam ediyordum. Koyunlarla traktörü büründürdüğüm o trajikomik hallerinden vazgeçip, ağaçların ve kuşların birbirleriyle konuştuklarını, köpeklerin dans ettiklerini, bulutların gülümsediklerini, uzaktaki dağların, tepelerin yürüdüklerini düşleyip durdum ta ki hava kararana dek. En son toprakla buğday başaklarının sohbet ettiğini zihnimin en ücra yerlerinden geçirip, gerçek dünyaya geri adım atıyordum. Hava yavaştan soğumaya başlayınca koyunları bir araya toplayıp, keçeden yapılmış postuma sarınarak onları ay ışığında sabahlayacak bir şekilde beklemeye koyuldum. Gün ağarırken uzaktan güneşin doğuşunu izledim, dağlar boyunca serseri serseri uçan kuşların harika görüntülerine daldım. Sanki bir dalga yükselip bir dalga alçalıyorlardı. Arada muhteşem takla atan kuşlar da vardı. Bu manzarayı izlemeyi yarıda bırakıp koyun sürüsünü toparlayıp köye doğru yüzüm, ensem ve avuçlarım terleyerek yol almaya başladım. Yolda koyunların hep bir ağızdan melemeleri bana tabiatın ve doğanın varlığını hissettiriyordu, var olduğumu anlıyordum. Evet, “bu kâinatın bir zerresiydim.” Bunu bütün iliklerime kadar hissediyordum.
Eve vardığımda açık sözlü, çalışkan, kanaatkâr, kadirşinas ve cömert bir adam olan babamın hayvanlara yeni ahır yapmak için hanemizin hemen bitişiğindeki arazide yine ölçümler yaptığını ve bu ölçümlerle birlikte düşüncelere daldığını fark ettim. Kendi halinde, sessiz, sakin ve gayretli olan annem ise evin önünde yufkaları ince bir şekilde açıp, sacın üzerinde pişirmekteydi.
Koyunları evin önündeki naylondan yapılmış uyduruk ahıra bıraktıktan sonra elimi yüzümü yıkayıp, sıcak ekmekle biraz yoğurt yiyip alelacele babamın yanına seğirttim. Babam kafasında ahırın projesini bitirmişti sanırım. Bana heyecanla anlatmaya başladı. Önce ahırın temelini babam, abim ve ben kazacaktık. Sağlam olması açışından temel derin kazılacaktı. Sonra duvar örülecek,çatısı ise dayanıklı olduğu için metalden yapılacaktı. Neticede ahırda kullanılacak malzeme hayvanların hem korunması hem de konforları için önemliydi. Tabi bu arada Süleyman amca da inşaat için gerekli olan briket ve kum gibi malzemeleri getirecekti. Süleyman amca, köyden babamın en yakın arkadaşlarından biriydi. Kendi halinde temiz ve saf bir köylüydü. Süleyman amcanın Themas adlı bir kamyonu vardı. Themas kamyonların, birçok rengi olmakla beraber mavi, yeşil ve beyaz renkli olanları daha çok hoşuma gidiyordu. Süleyman amcanın kamyonu yeşil renkliydi. Kamyonu her gördüğümde kocaman bir demir kütlenin ağır ağır bağırtısından dolayı doktora götürülmesi gerektiğine inanır, sonra kendi kendime gülümserdim. Öbür taraftan da Themas bana “Al Yazmalım” filmindeki kamyonu hatırlatırdı. O yüzden Themas benim için bir yanıyla koskocaman demir bir heyula, bir yanıyla da tatlı tatlı toprak yolda ilerleyen ve o toprağı mübarek kabul edip incitmekten korkan hüzünlü bir kamyondu işte.
Babam, ahır yapımının malzemeleri için Süleyman amcaya haber gönderdi. O zaman diliminde biz de ahırın temelini kazmaya başladık. Temel kazıma işi bitince Süleyman amca ilkin briketleri getirmeye başladı, sonrasında ise kumu…
Bir gün ahır inşaatına geldiğimde Süleyman amcanın, babama hararetli hararetli bir şeyler anlattığına şahit oldum. Babama diyordu ki “Bir tütün tabakası boyutunda, siyah renkli, üzerinde tuşları olan bir alet yapmışlar, herhangi bir kablo ya da bağlantı olmadan bu aletle televizyonu açıp kapatabiliyorsun, aynı zamanda kanal değişimi ile beraber televizyonun hem sesini alçaltıp hem de yükseltebiliyorsun Adamlar yapmışlar ha! Şeytan icadı yav, Ahmet diyordu. İnanılmaz ya! Arada bir bağlantı ya da kablo olmadan tütün tabakası kadar olan o şey nasıl olur da çalışıyor halen aklım almıyor benim. Akıl alır gibi de değil vallahi, diyordu.
Ben de duyduklarımla beraber hemen Süleyman amcanın yanına gittim, dedim Süleyman amca gerçekten kablo olmadan tütün tabakası boyutundaki alet bu bahsettiğin bütün işlevleri görüyor mu? Evet, ya yeğenim, dedi. Adamlar yapmışlar, dedim ya işte şeytan icadı yav. Kendi kendime Süleyman amcanın güzel anlatımına tebessüm edip durdum kısa bir an. Bir zaman sonra da zaten anlayacağımız üzere Süleyman amcanın bize bahsettiği uzaktan kumanda aletiydi.Babam Süleyman amca vesilesiyle kumandanın varlığından haberdar olunca, bizim televizyon içinde bir kumanda aldı. Daha önceleri manüel olarak kanalları değiştirmek, televizyonun sesi alçaltıp ve yükseltmek zorunda kalıyorduk. Kısa aralıklarla sürekli kanal değiştirmek adına yer minderinden kalk-otur yaparken çok zahmet çekiyorduk.En çokta ben… Kumanda alınınca çok rahat ve estetik bir biçimde televizyonu açıp-kapatıp kanal değiştirmeye başladık. Evimizde televizyon açıldığında kumandayı ben alıyordum. Bir nevi kumandadan sorumlu asistan olmuştum, isteğe göre kanaları değiştirirken içim müthiş bir hazla doluyordu. İşin açıkçası şimdiki gibi öyle çok kanal da yoktu. Geçen akşam ailemle birlikte bir film izlerken kadınla erkek birbirine yaklaştılar, tam öpüşecekleri anda televizyonu kapattım. Böyle de bir nimetti de ha kumanda!
Yaklaşık üç hafta sonra da ahır inşaatı sona erince adını şuan hatırlamadığım bir gazetenin ilk sayfasında yer alan güzel bir apartman fotoğrafına, kendim ahşaptan bir çerçeve yapıp fotoğrafı yeni ahırımızın kapısına astım. Apartman fotoğrafı ahırın kapsında renkli bir görüntü oluşturdu. Ama bunu neden yaptığımı sorarsanız gerçekten ben de bilmiyorum.
Şimdi düşünüyorum da geçen gün Yeni Kaledonya’daki sınıf arkadaşımla telefonda görüntülü olarak görüşme yaptık, bu olgu şaka gibi geliyordu bana. Bunun dışında bu dünyada artık akıl tutulmasına varacak kadar gelişmiş bir sanal âlem var. Teknolojiye bak! Metaverse denilen kurgusal evren ortaya çıktı. İnsanlar oradan arazi bile satın almaya başladı. Bu alanla ilgili yeni mesleklerin ortaya çıkacağından bahsediliyor. Yapay zekâ kavramı ortalığı kasıp kavuruyor çünkü yapay zekâ; sesli asistanlar, dil çevirileri, öneri sistemleri, navigasyon, sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri, e-ticaret ve yardımcı robot uygulamalarıyla günlük hayatımızda yer almaktadır.Sosyal medya platformlarında (Instagram, WhatsApp, Facebook, Twitter Skype, Telegram vs.) insanlar anında dünyanın öteki ucundaki paydaşlarıyla haberleşip, internet aracılığıyla istediği yerden alışveriş yapabiliyor. An itibariyle ardımızda bıraktığımız o günlere baktığımda o günkü hayretimin ne kadar az olduğunu biraz hüzünle karışık kekremsi bir tebessümle anımsıyorum.